KELİMELER DE EKMEK GİBİ RIZIKTIR

KELİMELER DE EKMEK GİBİ RIZIKTIR

Ali Ural’ın kitaplarında neden biyografisi yok? Genç okurlarımıza sizi nasıl tanıtacağız?

Bir kitapla okuru arasındaki en büyük engel kitabın başındaki yazar biyografisi ve ön sözlerdir. Bırakalım okur aracısız karşılaşsın eserle. Bu büyük karşılaşma ancak berrak zihinlerle büyük bir karşılaşma olur. Misafirliğe gittiği eve davetsiz bir arkadaşını götürmeye benzer, okurun ön yargılarıyla bir kitaba adım atması. Okurlarınız beni önce kitaplarımla tanısınlar. Sonra kim bu adam, diye merak ederlerse illaki bir yerlerden öğrenebilirler özgeçmişimi. 

Çocukluğunuzdan beri şiirle uğraşmışsınız. Şiirlerinizi yayımlamanız ise oldukça geç olmuş. Sebebi nedir? Bu durum bir şair için olumlu bir durum mudur? Çünkü edebiyat serüveniniz, “Genç şairler, lütfen acele etmeyin,” der gibi.

Yazmak ayrı şeydir, yayımlamak ayrı. Hiçbir yazar ve şair yoktur ki gün yüzüne çıkardığı cümlelerinden ve mısralarından daha fazlasını karanlıkta bırakmamış olsun. Kafka, günlüğünün bir yerinde şunları yazıyor: “Bu yıl yazdığımın hemen hemen hepsini çizdim ya da attım, ne olursa olsun bunlar yazmama engel oluyor. Bunlar dağ gibi bir yığın meydana getirmiş, yazdıklarımdan beş kat fazla…” 

“Genç şairler, acele etmeyin,” demek şiir yazmayın demek değil elbette. Eserler de meyveler gibi bir süreç içinde olgunlaşırlar. Vaktinden önce koparılan meyvelerin değeri nedir ki! Beklemek, niçin beklediğini bilenler için bir kayıp değil. Sabır gerektiriyor sanat. Tanpınar’ın “Bir şiir gerçekten şiir mi?” dedikten sonra bir başka soruyla cevapladığını biliyoruz sorusunu: “Tekamülün zincirinde yeni bir halka mıdır?” Doğrusu bu soru ya da bu keskin ayna canını yakmalıdır bir şairin. Ne büyük bir işe cesaret ettiğini göstermelidir ona. 

Nitekim Rilke de “Mısralar duyguların değil, yaşanmış tecrübelerin sonucudur,” dedikten sonra tek bir mısra yazmak için büyük bir hayat tecrübesini şart koşmuyor mu! Şairin insanlarla ve nesnelerle kurduğu sahih bağların şiire dönüşebilmesi işte bu yüzden zamana ve çabaya muhtaç. “Malte Laurids Brigge’nin Notları” romanında kahramanına söylettiği, “Görmeyi öğreniyorum. Bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. Bir iç dünyam varmış da bilmezmişim. Her şey şimdi oraya gidiyor. Orada neler olup bittiğini bilmiyorum,” cümleleri de sanatçı ruhundaki gelişimin bir işareti olarak kabul edilebilir.

Herkesin şiir serüveni ayrı.  Ben uzun ve sabır isteyen yolu seçtim. Bu, gençlikte hiç şiir yayımlamadığım anlamına gelmiyor elbette. Mavera’da “Öfkeli Çocuklar” şiirimi yayımladığında Cahit Zarifoğlu, on dokuz yaşında bir gençtim. Fakat bu şiiri ben yollamamıştım ona. 

Yazarlığınızı etkileyen yerli ve yabancı isimlerden bahsedebilir misiniz ve hangi yönleriyle?

Öncelikle rahmetli babam Kemal Ural’ın edebiyat rehberliğinden söz etmeliyim. Çocukluğum onun daktilo tıkırtılarını dinleyerek geçti. Yalnız babam değil, eleştirmenimdi. Onun getirdiği  kitapları okuyarak başladı okuma serüvenim. Yazdıklarım hep onun süzgecinden geçti. Zamanla  kitaplar hocam oldu. Mehmet Akif’ten samimi olmayı, Necip Fazıl’dan musikiyi, Behçet Necatigil’den damıtmayı, Sadi’den edebiyatı hikmetle harmanlamayı, Tagore’dan melodrama saplanmaksızın lirik yazabilmeyi öğrendim. Ahmet Haşim ve Refik Halit ironi hocamdı. Tanpınar ve Peyami Safa dil ustalarım. Sabahattin Ali ve Sait Faik, azı çok yapmanın mimarları. Ahmet Muhip Dıranas, Asaf Halet Çelebi, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Turgut Uyar şiir büyücülerim.  

Ali Ural, metinlerinde hep orijinali bulan bir yazar bizim için. Bu, bir bedel ister kuşkusuz, uykusuz geceler ister. Nasıl başarabiliyorsunuz bunu? Orijinali bulmanın edebiyat için değeri nedir?

Mevlana da Yunus da özgünlük bayrağını açmışlarsa edebiyatta, bize onların arkasından yürümek düşer. Başkasının sözlerini tahta bacağa benzetiyor Mevlana; Yunus usandırmamanın şartı olarak görüyor, her dem yeni doğmayı. Bizler başkalarına ait sözlerin gölgeleriyle oyalanırsak bir gölge bırakabilir miyiz dünyaya. Eğer kayda değer bir okuma serüveniniz olmuşsa nelerin daha önce yazıldığından da haberiniz oluyor. Ben gençlere elinizin uzandığı ilk meyveyi koparmayın, diyorum. Yukarılarda elinizin uzanmadığı, ulaşmak için tırmanmanızın gerektiği dallarda yapraklar arasına saklanmış daha özgün meyveler var. Herkesin uzanabildiği yerde özgünlük olmaz. Bir de şu, her cevher işlenmek ister. Maharetle yeni şekiller alacaktır çünkü. Kuşatılmaz olacaktır. Her bakanda yeni bir surete dönüşecek, her okuyanda yeniden yazılacaktır. Bunu yapabilmek için Yaratan’a sığınıp çalışmaktan başka bir yol yok.

Şunu da eklesek: Özelde günümüz şiirini, genelde günümüz edebiyatını orijinal olanı üretmesi bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz? Umut veren şairler ve yazarlar kimlerdir sizin için? 

Türk edebiyatı geçmişten bugüne büyük eserler doğurma kudretine sahiptir. Edebiyat akımları ve devirleri çok fazla ciddiye alınmaması gereken haritalardır. Çizilirken dahi değişmeye başlamıştır hudutları bu haritaların. Şiir öldü mü, ölüyor mu tartışmaları yüzyıllar önce de yapılıyordu, şimdi de. Bu şiirin ne kadar canlı olduğunu göstermiyor mu! Şiirin kendisiyle bittiğini iddia eden ustalar eskiden de vardı, şimdi de var. Bu her ustanın yeni ustalara işaret ettiğinin delili değil midir! Bence herkes şiirini yazıp sussun. Bir yankı gelirse dinlesin ve sussun. Bir yankı gelmezse dinlesin ve sussun. Listeler yanıltıcı olabiliyor. O listeyi yapan için de okuyan için de. Bırakalım özgürce yankılansın her edebi metin ruhlarda. 

Birçok türde ürünler vermekle biliniyorsunuz: öykü, şiir, deneme ve çeviri…  Ali Ural desek hangisi öne çıkar? Kendinizi hangi türde daha iyi ifade edebildiğinizi düşünüyorsunuz? Hangi özelliklerinden dolayı?

Kuyumcu vitrinlerinde kolyeler, bilezikler, küpeler  ve yüzükler aynı cevherin ruhuyla parlar. Şiirin dönüştürücü gücüyle yazdım şimdiye kadar ne yazdımsa. Zira o mayayı hangi sanata katsanız deviniyor ve kıvamını bularak bir iz bırakıyor silinemeyen. Bir “felsefe taşı” varsa şiirdir kuşkusuz. Alfabedir şiir. Okumayı öğrenecek ki kâinatı insan o büyük hazineden birkaç ziynet devşirebilsin. 

Eğitim için neden Arabistan? Bir de orada bulunuşunuz size neler kazandırdı? Şunu da ekleyelim: O yıllarda şiirle olan bağınız nasıl devam etti?

Neden sorusu ancak tek kelimeyle cevaplanabilir: Kader. Mecaz nasıl kelimeleri asıl anlamlarının dışında başka bir yere taşımak ve orada yeni anlamlar armağan etmekse onlara, bu mekân değişikliğinin her şeyden önce bir mecaz değeri kattığını söyleyebilirim bana. Ahmet Haşim yolculuğun şair olmayana bile geçici bir şairlik bahşettiğini söylemişse Frankfurt Seyahatnamesi’nde… Bir şaire bahşettiği nedir mekân değişikliklerinin. Ben Frankfurt’a değil, Riyad’a gittim. Birkaç ay değil, yedi sene kaldım. Arapça öğrendim ve İmam Şafii’nin şu mısralarını tercüme ettim:

“ …Suyu durgunluk bozar; aksa temizdir, pislenir dursa

Avlanamazdı aslanlar ayrılmasa

Ve isabet etmezdi ok yayından çıkmasa

Arab’ı, Acem’i bıkardı bütün insanlar

Güneş yörüngesinde çakılıp kalsa

Buhur dalı ağacında bir cins odundur

Altın toprak gibidir yerinden oynamasa…”

İmam Şafii’nin bu mısraları sorunuzun cevabı olsun. 

Birçok dergi çıkarmış biri olarak yeni dergiler hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Teferrüç çıksın mı?

Çıksın tabii. Çıksın ki o da diğer dergiler gibi boyunun ölçüsünü alsın. Olumsuz anlamda söylemiyorum bunu. Üç dergisi boyunun ölçüsünü almış, dördüncü dergisi boyunun ölçüsünü almaya devam eden bir yayın yönetmeni olarak söylüyorum bunu. Zahmetli bir işe girişiyorsunuz. Nitelikli çalışmaları taşırsa derginiz, ömrü ne kadar olursa olsun unutulmaz.

Genç okurlara genel çerçevede tavsiyeleriniz, önerileriniz nelerdir?

Hayat kısa, yalnız büyük eserleri oku. Edebiyat yolunda senden önce yürüyenlerin kat ettiği mesafe seni endişelendirmesin. Sen de ulaşabilirsin onlara yeter ki yürümeye devam et. Başkalarının yazdıklarını kıskanma, kelimeler de ekmek gibi rızıktır. Ona veren Rab sana da verecektir, çalışarak iste. 

Site Altbilgisi