Mara bir çello Stradivarius tarafından yapılmış üç yüz yıllık bir müzik aleti, dünyadaki bütün çellistlerin hayalini kurduğu bir çalgı.
Gerçek şiir nadir rastlanılan bir şey Mara da öyle, iki istisna güzelliğin birlikteliğinden ortaya harika bir sanat eseri çıkmış. Ali Ural’ın Mara şiiri bir dönüşümün, mükemmelliğe ulaşmanın ve bu uğurda çekilen sancıların şiiri. İnsan-ı kamil olmanın bir çello ile anlatılışı. Bu kavrama yabancı olanların düşünüp hissedecekleri de az değil ama şiir en güzel karşılığını insan-ı kamille buluyor. Bir sanat eseri, en iyi başka bir tanesiyle anlatılır. Varlığın en mükemmel hali şüphesiz, hakikatini anlamış insan.
Şiir büyük bir coşku ve enerji yüklü her okunan mısra bir sonrakini merak ettiriyor. Her bir dizeyi defalarca okumak istiyorsunuz ve başka okuyanları da tanıyıp dinlemek. Şiir bireysel bir tecrübe ama Mara’da, eksik bırakıp anlayamadığınız şeyler sizi endişelendiriyor, bu hiçbir damlası ziyan edilemeyecek büyülü bir iksir çünkü. Umuyorsunuz ki okuyup anlarsanız size de Mara’nın sihri biraz bulaşır.
Şiir başlı başına güzele ve sanata methiye ve kendisi de övgüyü hak ediyor. Mara herkesin şiiri, hoca-öğrenci, usta-çırak, derviş-mürşit. Her insan, özellikle de müslümansa en azından bunlardan biridir, kişi Mara veya Stradivarius ya da en güzeli ikisi birden olur. Bazen Mara’dır birinin yontup terbiye ettiği, bazen bir Mara’sı vardır arayıp bularak özenle emek verdiği. Şiir daha iyi olmak ve daha güzel şeyler yapmak isteyen bütün insanların kılavuzu, kendimizi zaman zaman Mara zaman zaman da Stradivarius gibi hissederiz. Ustanın azmi ve ağacın çello olana kadar geçirdiği merhaleler.
Mara, bir müzik aleti. Müzik için kullanılacak da olsa bir alet, bir sanat eseri değil, sadece sanat yapılabilecek bir araç ama çelloyu gerçek bir usta yaptığında kendi de sanat eserine dönüşüyor. Ustasını ve şairleri peşine düşüren bir alet.
Bir ağaç nasıl Mara’ya dönüşür. Onu bir melek elleriyle Stradivarius’un kalbine indirir. Luthiere Mara olmayı özleyen bir ağaç bulmak kalmıştır, usta sıradan biçilmiş bir tahtayla yapamaz eserini, onu yaşarken görmeli. Öyle bir ağaç ki toprağa değil de semaya bağlı, denizi görüp sonsuzluğun özlemini göğsünde büyütmüş. Ağacı, kesip halkalarını saymadan ömrünü nasıl geçirdiğini anlamak ustanın hüneri, tek başına düğün kuran yalnızların mağaralardan taşan gölgeleri olur. Mara’yı Mara yapan biraz da tek başına yaşaması, biriktirdiği şeylerin çokluğu onu bir ustanın ellerine yaklaştırır. Mara’yı yapabilecek kişi bir yansımadan ağacın büyüklüğünü hikayesini anlar. Yalnız canı yanan hayattadır ve sahip olduğu acının ödülü içinde cennettin seslerini taşımak ve bunu yalnızca bir usta duyar. Mara’yı ağaçken görüp tanımak onun hüneri. Sızılarının farkında olup merhem derdinde bir ağaç hayattadır. Gerçekten yaşayan ölüp ölüp dirilebilir ancak, Mara’ya dönüşmenin bedeli bu.
omzunda dağ olmayana dağ çiçeği yok
bahçede yeri olmayanın orkestrada yeri
yok dermansız kolların sarılacağı dalgalar
İstenen mükemmellik ya da olgunluksa bedelini ödemek ona ulaşmanın yegane yolu. Dokunmayı dilediğin bir dağ çiçeğiyse toza toprağa bulanmayı göze alıp zirveye ulaşabilirsin. Ayağının altında birikecek toprak başından aşağı dökülmeli. Bulunduğun yerin en iyisiysen daha özel bir şeyin parçasına dönüşürsün.
Şair Mara’yı neden seçti! Stradivarius neden seçtiyse ondan, bir ustayı en iyi başka bir usta bilir. Şiir inşa etmek ya da bir çello yapmak için geçilen yollar, karşılaşılan sıkıntılar birbirine benzer. Değer vermeyi bilip gizlenen sesleri ortaya çıkarmaya aşina bir ruh diğerini anlar. Orman onun Mara olması için gayret etti bütün ağaçların sözcüsü oldu ve bir ustanın izini taşıyor. Çello dikkatini çektiyse ustayı görmenin derdinde şair, kendisi gibi birinin izlerini arıyor Mara’da
Ona hiç kimse sahip olamadı, herkese sadece ışığından bir parça bıraktı ve şair bundan hoşnut, daha fazlasının sunulduğu, yerlere tamah etmeyecek kadar aşina Mara’ya. Suya düştüğünde peşinden gitmeye ve karşılaşacağı tehlikelere razı. Kendine ait, hatta insanlığa ait her şeyden vazgeçip kaderini Mara’nın yazgısıyla birleştirdi, bir tek isteği var, ormanın sesini birlikte yükseltmek.
nerede görseler tanıyacaklardı, nerede görseler tanıyamadılar
parçalanmak ölmek değildir, parçalar hâlinde yaşanabilir pekala
Yokluk ölüm Mara ve peşinden gidenleri endişelendiren bir şey değildir. Paramparça olmak ne yaşamaya engel ne de tamamlanmaya, Mara tanınmayacak hâle gelse bile, her bir parçası ayrı ayrı yaşamaya devam edip gün gelir onu tanıyan bir ustanın elinde birleşir. Geriye bir kadavra kalsa bile çello tekrar ses verecektir, Mara olmanın en temel şartı öldükten sonra dirilmek, defalarca yeniden doğmaktır.
başkasının sesiyle konuşmak gibidir seni çalmak dediler başkası mı var
senelerce arşe çekmeden ulaşılmaz o keskin kıyıya dediler nerede kıyı
Mara’ya senelerce emek verdikten sonra ancak ondan istediğin güzellikte sesler duyarsın. Yıllarca sesler denizinde kucağında çellokendine uygun bir kıyıyı ara, bunu yapacak kadar çılgınsan Mara belki yıllar sonra senin sesini verir. Sana ait, ondan duyabileceğin bir ses. Bu çelloyu çalanlar bilir aslında var olan bir tek ses var, azimle hatta hırsla aradıkları bu ses. Mara’yı çalan bir derviş yolculuğu yapar.
nefes al ver nefes al ver nefes al ver
Mara’yla olmak, hayat boyu sürecek bir yaşama ve ölme gayreti. Her alıp verdiğin nefes kendini unutturmayıp varlığını hissettiriyorsa bu can çekişmektir. Bazen ölmek güzel bazen yaşamak. Bütün şiire sinmiş bu gerilim, var olma ve yok olma gerilimi. Mara da usta da bu gerilime mahkum. Hep ölümü nefesi kadar yakın yaşayacak
Mara o uzun kışta minik adımlarla yükselirken şefkatli göğe
büyük çığlıklar taşıyarak içinde yürümek için ormana ustan
dolunayla mühürlenmiş geceleri bekleyecek kırpmadan gözünü
Mara olmak bir kader, tıpkı uzun ömür gibi, tıpkı sonsuzluk gibi. Minik adımlarla özlediği göğe ulaşmak isteyen bir ağaçken, ustası da içindeki sesleri taşıyabilecek ağacı dolunaylı gecelerde arıyor. Güneş gizler Mara’yı, ustanın biraz ışığa ihtiyacı var ve sessizliğe. Ormanı ışığın neşesinde görmek Stradivarius’u kandırabilir. Mara ustasına yardım edip ses vermeli ki orman yokluğa düşmesin, ağaç bulunamazsa etrafındaki her şey manasını yitirecek. Yıllarca merak edecekler onu. İnsan ulaşamadığını anmaya mahkum, Mara’ya dokunamayanlar ismini sayıklayacak, bütün gözler üzerinde. Kaderin sırrı onun omuzunda. Bir sürü insan hayatına tanık olacak. Nasıl bir yazgıdır bu, koca gemiler yok olurken onun ömrü yüzlerce yıl. Fincan rafı da olabilirdi o, ama bu gerçekleşmedi, bir sır daha yüklendi başındaki yazısız taşa. Dervişin tacı bir kefen, Mara da bir mürit, başında boş bir taşla sürdürüyor ömrünü.
Terbiyelerin en çetini ateş, ağacın kendinden vazgeçip dönüşmesi için alev ve nehirle yıkanması lazım. Ustanın çizdiği yollar ölümden geçiyor, Mara’ya düşen Stradivarius’un gösterdiği bütün ölümleri sırasıyla tatmak.
Mara olmanın çilesi çok, ödülü büyük. Çöl, esmer yanıklığıyla işaretledi tenini, sahra deniz özlemiyle yanıp kavruluyor, bu ateş Mara’nın hafızasına bir kayıkla işlendi. Dünyadaki bütün özleyişlerin sesini verecek Mara. Bu hasret, kum tepelerini dalgalara dönüştürüp beklediğine kavuşturur.
Çıkardığı sesin büyüsüne kapılanlar, onu kolları kırılana kadar çaldılar. Bilmeden, belki de bilerek, ona her dokunan, çellonun çileli, bir o kadar da güzel kaderinden pay aldı, en büyük sanatçılar bir posterde yıllarca onu seyrettikten sonra kavuştu. Bir kadının yerini aldı duvarda. Mara’yı sevenler, onu bir kadına duyulabilecek aşkla sevdi. Zaman, emek, özen, saygı, beraberlik bir kadının dilediği her fedakarlığı istiyor Mara.
bildiklerinle yenemezsin bilmediklerini, kenara çekil
yumruklarınla ovuşturarak gözlerini hazırlıyorsun dünyaya
elindeyse benim rüyamı gör, benim bile elimde değil
kim kapatırsa göz kapaklarını sınırsız resimleri olur
Mara dünyayla arasındaki perdeleri kaldırmak istediğinde karşılaşacağı şeylere pek de hazır olmayabilir. Ne kadar kusursuz olursa olsun, yaşayan herkes bildiklerinin yetmeyeceği şeylerle karşılaşır. Gözleri her şeye hazır olsa bile bir rüya onu apansız yakalayabilir.
Düşler Allah’ın yeryüzündeki sırlarından biri, sevdiğinle bile düşünü paylaşamazsın, anlatabilirsin ama gösteremezsin. Çoğu kez rüyanın bıraktığı duygu sende saklı kalır, başkasına ulaşmaz, görüp anlatamamak da kaderinin bir parçası. Kendi düşünü bile seçmen mümkün değil, rüyalarınla kavga edersin bazen özlediklerini göstermez sana, hayat gibi hoşnut olmadıkların gelir girer düşlerine. Yine de sınırsız şeyler, gözlerine güvenmekten vazgeçtiğinde karşına çıkar, düşlere hükmedene itimat etmeli. Hayatla barışmak uykuda gördüklerinle barışmakla olur biraz.
İnsanlar, hem en ihtiyaç duyup yokluğunu hissettiklerini hem de sonlarını taşır yanında, iyi bakmayı bilenler bunu görebilir. Arzu ve ölümleri kaçamayacakları kaderleridir. Mara şair için ikisi de ve bu yüzden taşınması imkansız, sıcaklığı üstündeki buğudan anlaşılıyor. O yakıcı bir nimet.
bir yağmuru göze almışsa deniz uzaklaşmak istediğindendir kıyılarından
Deniz kendinden sıkılır mı? Evet düşlerinde gördüğü başka kıyıları özlemiştir belki, hal değiştirip bedenini bırakarak göğe yükselmeli. Mara’nın çabasını paylaşmadan terk edemez olduğu yeri, varlığından vazgeçme bedelini ödemeyen semayı hak etmez.
o harlı pervanelerin ateşin etrafında değil suyun etrafında dönen
kendine gelmek için dönen kendinden uzaklaşmak için
tatlı suyun tuzlu suya karışması ah tatlı suyun tuzlu suya karışması
İmtihan sadece ateşle değildir, kimi zaman su da yaşayanın imtihanı olur, serinliğin ferahlığın nedeni su bazen üşütür, bazen boğar. Büyük rahmetler aynı zamanda büyük imtihanlar olabilir. Suyun etrafındaki, kendinden vazgeçme, özüne yaklaşma hep değişen bir hâle mahkum. Ateşe düşen ne yaşayacağını bilir, su içine düşene ne yapar belli olmaz. İçine girmeye hazırsan merhametli davranır ama kendinden asla emin olamazsın.
Mara’yı anlatmak yalancılıktır görmediği şeyi anlatmak şairlik yani
süte su katmak değil hayır suya süt eklemektir havuzlar dolusu serinlik
Şairin kaderi, hep uzağına düşeni anlatmak o bize hayallerinden bahseder söylediklerinin gerçek olmadığını biliriz. Bu yalan sayılır mı! Bunu yaparken hayatımızda eksik olan hakikate ait parçaları tekrar dünyamıza dahil ediyor. O unuttuğumuz gerçekleri hayalle anlatıyor.
Ölüm er ya da geç herkese dokunur ama aramızda aslında onun her an dokunduğunu hissedenler var, ölüp ölüp dirilenler, bütün şiir bu hâli yansıtıyor. Okurken boğazımıza bir yumru oturup, aldığımız nefes yetmediğinde biz de biraz ölüyoruz. Şiirin tesiri büyük. Şair bizi en sevdiğimiz, en ihtiyaç duyduğumuzla kısacası kalbimizle göz göze getiriyor. Ne gördüğümüzü bilemesek bile böyle.
Peki biz Mara mıyız? Hayır bize düşen ustanın rolünü benimsemek yaptığımız her şeyde onun titizliğini gözetmek. Mara’ya ne olduğunu sorsaydık “Çelloyum,” derdi. Biz insanız, birileri “Sen Mara’sın,” derse cevabımız ancak, “Keşke,” olmalı, bu Mara olmaya yaklaşmanın sırrı. Bu toprakların hatta bütün yeryüzünün hakikatten bir pay almış bilgeleri oldum demez
Neyin başına gelenlerden pek farklı değil Mara’nın başına gelenler. Doğunun ve batının Rabbi tek, Allah’ın dünyaya yolladığı sesler farklı enstrümanlarla hep aynı şeyi söyler kulağına pas bulaşmayanlara.
Ustası A.Ali Ural’a demiş ki, “Çaldımsa miri malı çaldım gücün yetiyorsa sen de çal,” ve onun buna gücü yetmiş.
İtibar, 77. Sayı, Şubat 2018