Şair ‘temiz hava’ insanıdır. Bir atmosfer yakalar ve şiirini yazar. Bu durumun oluşması için şairde varolması gereken içsel teşekküller inşaasının insiyak etmesi lazım gelir. Yani şair, kültürel birikim ve insani bütünlük merhalesini kendi şahsına münhasır bir çizgide devam ettiriyor olmalıdır. Bunun için gerekli harç ise çile ve özdür. Biri olmazsa diğeri eksik kalır. Çile; hayat meşgalesinden sabır süzeği ile edinilen katıksız hamurdur. Sabır ise insana verilmiş en büyük dinamittir. Patlarsa insanlık birikimi yokolabilir. Bu yüzden günlük hayatta çokca kullanılan bir deyimimiz var: sabrımı taşırma. Şimdi, sözkonusu ‘süzek’ten geçen herşey ‘çile’dir. Çilenin pişerek oluşturduğu maya ‘öz’dür. Özünü kaybetmiş bir insandan şiir hariç herşey beklenebilir. Bir insan şiir yazıyorsa mutlaka bir öze ve çileye talip olmuştur. Aslında talip olmaz, doğuştan O’na verilir. Bu nedenle kültürel kodlarımızda çile deyince akla hemen derviş gelir. Derviş; yaptığı her işi İslam dini çerçevesinde ve sırf Allah rızası için yapan insandır. Bu yüzden yaşam tarzı ile kullandığı kelimeler arasında güçlü bağ ve paralellik vardır.
Bizim algı geleneğimizde şair ve derviş aynı kandandır.
Sözü şair A. Ali Ural’a getirmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde Kuduz Aşısı isimli ikinci şiir kitabını yayınladı. Doksanlarda tebarüz etmiş, doksansekizde ilk şiir kitabı Körün Parmak Uçları’nı yayınlamıştı Ural. O tarihten sonra biri öykü, ikisi deneme üç kitap yayınladı. Biraz geç olsa da Kuduz Aşısı şuan okuyucusunun elinde. Kuduz Aşısı tek kelimeyle tertemiz bir kitap, bence.
A.Ali Ural şiirinde ilk dikkati çeken unsur kelime seçimi ve seçilen kelimelerin temizliğidir. Kelimeler itina ile seçilmiş ve yaygın anlamlarından kurtarılıp şairin ifade etmek istediği anlam düzeyine çıkarılmış. Sözkonusu anlam düzeyi şairin varlık karşısında titrediği an’dır. Veya geniş bir ayna. Bu aynanın içinde sosyal bozukluktan doğan sıkıntı da var, bireysel acılar da. Ama her ne olursa (yani her iki durumda da) olsun mutmain bir atmosfer yaratıyor şair. Bu da yukarıda bahsettiğim derviş portresini koyuyor karşımıza. A.Ali Ural eski bir derviş gibi yazıyor şiirini.
Ural şiiri, gürültüsüz patırtısız bir şiir. Derin bir su gibi akıp gidiyor. Okuyanda bir burukluk bir hazinlik oluşturuyor. Dünyanın faniliğini hissettiriyor.
Ural, dizeye pek önem vermiyor. O’nun için şiirin bütünlüğü daha fazla önem arzediyor. Örneğin “makinist/şapkası kirli adam” (Hemzemin Geçitte Tuhaf Bir Şarkı) gibi. Yine şiirde ritim, şiirin iç organizmasında oluşturulmuş. Bu durum bazı şiirlerde dış sese de yansıyor. Mesela “ateş et fakat vurma/ lanetle fakat sarıl/ göğü denize yapıştır/ denizi göğe kaldır” (Hidrofobi)
Kitaptaki şiirlerde, yer yer imge olsa da, çoğunluğu yalın bir dille yazılmış şiirler oluşturmaktadır.
A.Ali Ural Kuduz Aşısı ile şiirinde önemli bir merhale kaydetmiştir. Türk şiirinde kendine has yerini genişletip pekiştirmiştir.
Milli Gazete, 2.12.2006
VARSIN DÜNYA DÜŞÜNSÜN ŞİMDİ – ALİ ÖMER AKBULUT
Homurdanan şiirler vardır. Her şeyden şikayet etmeyi, durmadan sızlanmayı “marifet” saymaktan olsa gerek. Kendisi için bir makam tevehhüm ederek onu “marifet makamı” zannedip oradan konuşmaktan da kaynaklanabilir bu. Ne ki buyruk, ‘Buyruk Sahibi’ne aittir. Buyurmanın en büyük ahlaksızlık olduğundan habersiz / bilerek ahlak buyurmaya başlar. Görmek ile körmek arasındaki çizgi ne kadar “şeffaf” değil mi? Âdem ile adem arasındaki çizginin geçirgenliği gibi… Bir de hakikat deşifreciliğine soyunanlar var ya. Oraya hiç girmeyelim. Başka bir ses duymak istiyoruz biz. Burada oluşumuza, atılıp tutunduğumuz toprağa, oradan fıtratımıza, oradan kalbimize dokunan bir ses, bir söz… Dünyadan kopan gürültü sağanağına rağmen, Varlıkla söyleşiye koyulma istidadı gösteren, bizi yerimize yurdumuza kanatlandıran “kökü sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan, güzel-diri ağaç”1lara konan, “her mevsim meyvesini verip dur[an] güzel [doğru] söz”2[ler], ses[ler] eksik olmadı / olmaz göğümüzde, yerimizde. “İşidin ey yârenler” o soyağacından her dem taze, yeni Ses3 geliyor. Ve işte:
“şarkı söylemek için ne müthiş yer
takıldığın yerde devreye giriyor kâinat”4
Neresi bu yer? Hemzemin geçit.5 Yani trenin otobanı tam ortasından ikiye böldüğü kıstak. Otoban tehlikelerle doludur, dünyanın [şehrin] aldatıcı, geçici, insandan kopuk, basiretsiz oyunlarının sergilendiği kurtlar sofrası, it yatağıdır. Kuduz tehlikesi vardır. Kendilik üzre Varlığa yolculuk, Varlıkta seyr [tren] hattı, dünyanın sihrine boyun eğmiş kuduz yatağı otobanı yarıp geçer. Tren kalb üzre, kainata açılan bir sürekte insana aşılar beşeri.6
Tren kainatın kalbine giden bir yolculuğa işaret eder. Varlığın sesinin çınladığı ve ihtişamının göz aldığı yerler içre seyr eder tren, şehrin kalb sıkleti veren, inin cinin cirit attığı her tür kalpazanlığın, basiretsizliğin ve yıkımın kol gezdiği otobanda seyahate benzemez. Kainat içre geçitlerden, açıklardan geçtikçe tren; görür, katılır ve bilirsiniz “nerden kesilir” karanlık geçişler, hazırlıktır şarkıya; “trenler; kara üzüm salkımları.” İşte beraber söylenir şarkı, hep beraber:
“buyrun beraber söyleyelim, haydi hep beraber
bu asmalar buhar gibi yükselip zeminden
avizeler asıyor tavanına kırların
değerek dudaklarımıza ama sadece değerek
eşlik ediyorlar o tuhaf şarkıya hem
bağbozumu boşanırken güzün gümrah garından
haydi vakit daralıyor ve haydi hep beraber”7
Lakin tekin durmalı yine de. Sinsice gaflet anı bekleyen otoban [avanesi] bir ifritini salıverebilir şarkının üzerine, “tünelden bir köpek sıçrayabilir her an.”8 Kuduz bir ifrit. Otoban sözü teşviş etmek için ağzını açarsa, her şeyi hesap etme hastalıklı, hiper “alış-veriş” tutsağı, gözbağlı hesap meraklı “şiir kaçkını” / retorikle saralı riyaziyeciler köpüren ağızlarıyla doluşabilirler yola. “Çünkü ne zaman bir rakam yuvarlansa / dağdan çığ olup düşüyor şehre / çünkü ne zaman aralansa panjurlar / köpek gözleriyle doluyor sokak.”9 Söz bunlara düşmez, dilleri dönmez bunların hakikate, açmamalılar şom ağızlarını. “Bu dudakların söyleyeceği yok silinsinler / dev çanaklarda ziftlenen köpekler çatılardan dökülsün.”10 Korkmayın şarkı durmaz, ayık olun size kalmaz; nutkunuzun tutulduğu yerde nasıl devreye giriyorsa yine öyle yutuverir onu kainat. Kuduz ifrit azgın arzuları, geçici hevesleriyle kudurgan saldırır; “oysa buğday tarlalarına çeviremez yüzünü / simetrik paralelden kazıyamaz yüzünü / kesemez uzayan demirlerini.”11 Kendi işvesine tutulmuş neonların parıltısıyla şakır şakır şakırdayan şehrin alayiş ve debdebesini şapkasının akkor ateşi[karası]nde eritiveren yön tutucu [makinist] “eğesiyle dümdüz eder yüzünü.”12 Bu onu yok etmez, şefkat izin vermez buna. Bu, asla iadedir. Şefkat “zati şuurdur”, kendilik bilincidir ve halinin hakikatine tabi olmadır. Şefkat sahibi Varlıkla bütünleşir, kainata kalbolur, âleme dost olur. Yok etme kolaydır, yükseltmek zor. Şefkat zoru seçer, alır öper ve omzunun üstüne koyar onu. Aşı vurulmuştur ona da: “ateş et fakat vurma / lânetle fakat sarıl / göğü denize yapıştır / denizi göğe kaldır.”13 Ve sürsün şarkı, hep sürer. Şarkı sürer ve başlangıca, fıtrata, çocukluğa dönersiniz. Yalnız çocuklar konuk olur çünkü Tanrı’nın mülküne. Çocuklar kuduzları çeker bu yüzden. İştihaları ele verir kuduzları. “Çocuk kalpleri yiyen bir itin”14 yüzü gizlenemez. Ve çocuklar hatırlar bunu:
“haydi, şimdi tam sırası çocuklar
Düşürün bu geceyi – hatırlayarak –
Kış ağaçlarından kesilen sapanları”15
Yalnız çocuk kalbe açılabilir ve fiil çeker gibi çocuğa çeken. Ve yalnız selim ve salim bir kalp kurtarır dünya kuduzdan:
“sümüklüböceklerin girmediği kalplerin
gürültüsüyle korkut onları
onlar çentik attıkça kabzalarına
ruhlarına düşsün kurbanlarının ruhu”16
Bir de deliler uyarmak için gelirler yola, çıkıverirler ansızın önlerine ve çırçıplak seriverirler her şeyi ortaya. Deliler kuru aklın şaşaasına tıkarlar kendilerini, kalpleriyle görürler; akıl onları çelemez. Kudurgan akılla gerçeği örtemezler, gerçek örtülmez, örtünür. Deliler örterek saçarlar her şeyi ortaya:
“parmaklarını kırıp, kalbiyle saymayanlar
kurumuş elleriyle iterlerken güneşi
salıverir bir deli, sırtındaki çuvaldan
harcın içinde demir, baharın içinde kar”17
Ölü yüzler ışıldar, uyuyan uyanır, söz başlar; şarkı sürer ve biter iktidarı otobanın:
“patron öldü ey okur ayağa kalk
avluda buluşacak bütün alfabe
a’dan z’ye güneş gözlükleriyle
zincirlikuyunun karanlığını
bir ebe gibi doğurtacak”18
Hakikat açıklıkta gizlenir ve âlem deprenir, varolan her şey kıpırdar, toprak taze filizleriyle uçveriverir göğe yükselerek, güneş pırıldar sıcağıyla, içimizden soluklanıp serin kelimeler oluverir rüzgar ve kanatlanır sıla özlemiyle göçmen kuşlar:
“ketum perdeler dalgalandı, yoksa rüzgar
göz kapaklarını açacak mı
açacak mı sırlarını tavuslar
yüzlerce göz taşıyan kanatlarını
yüzlerce gök taşıyan”19
Şarkı sürmektedir. Varlığa katılmanın her dem ter ü taze sıcağıyla kardan bembeyaz bir tül gibi kaplayıverir bizi Varlığa veren, bize Varlık veren kıstakta; şarkı [şiire] kesen hemzemin geçit:
“buyrun beraber söyleyelim, haydi hep beraber
iman tazeler gibi hem tazeler gibi nikâh
kardan dudakları birbirine katarak
yuvarlayalım kış gelmesin diye bir daha
hemzemin geçide o şarkıyı kocaman”20
Peki burasının şarkı söylemeye elverişliliği nereden geliyor? Âleme dost, insana yaren, Varlığın sesine teşne, kendisiyle barışık ve.. ve dahi aczinin, fakrının farkında olarak şevk ve şükür içinde şefkat haliyle duruşun, oluşun zemini olmasından. Ses Varlıktan yayılıyor ve insandan geliyor burada. Sabırla, kaynağa doğru gedikler açarak yayılıyor / yol alıyor bu ses. Hünerli Şakıma diyebiliriz belki buna. Varlığın cezbesiyle hayretten donakalıp olduğu yerde, avare hep orada dolaşarak sürebilir bu şakıma. Hayretin[i aşıp geldiği yer]den aşkla kaynağa, hep kaynağa iştiyakla yanıp kavrulabilir de. Kaynağa ermeden ermez muradına. Böylelikle kaynağa dalıştan sonra geri dönüp Şarkı’sını söylemek mukadderdir. Ses gereksinmeyen, [bütün] Varlığa sirayet etmiş, “görür görmez” kalbinizde hissediverdiğiniz bir şarkıdır bu. Süreksiz ve kesintisizdir. Bu sesin biricikliği [şiir] buradandır. “İnsanlık macerası” yüzünden olaki bir yerde takılırsanız; nutkunuz tutulursa, size kalmaz kainat girer devreye ve başlar Şen Şakıma:
“Sonları kaldırıyorum her şey sürecek
Saçları metrelerce uzayan çocuklarla”21
Kendine yabani olmamalı. Bilmeli, kendini bilmeli. Haddini bilmeli. Varlığın örtündüğü lütufların peşine düşmeli, yılmamalı güzeli aramaktan ve kesmekten güzelliğe:
“ışığı açık kalmış odalar var bedende
Derin madenlerinde uyuklarken yakutlar”22
Bilmeli ki:23 Bu şarkıya akıl yoldaşlık edemez. Hesap kitap geçmez burada, nazariyat tutmaz; kalp nazarı doğrular. Aklın sınırında sıyrılıp kendinizden, ariflerin binlerce yıldır “körelmeyen” nefesleriyle azade yerlerde; özge diyarlarda gözleriniz parlar: Aşk.
“aklın sınırında vurulan nöbetçinin soluğu kesilmez derinde
bin yıl sonra verilen nefesin keskin dişlerinde
çırpınan balıkların gözleri hâlâ parlıyor
daldığı yer ölüm çıktığı yer aşk”24
İşte âlem dürülür “kim zübde-i âlem” olur insan, insan saçılır [sirayet eder] on sekiz bin âlem olur:
“ey büyüyüp küçülen, yer değiştiren can
ne çıkar kaybolsan dokusunda ağacın
iri dallar kollarınla örtsen yüzünü
teyemmüm ederken girsen toprağa
hayattan korksan su gördüğünde
bir kapı olsa artık bütün yeryüzü
açılırken kapanan, kapanırken aralık”25
Sonsuz sükûn, sürekli sekînet:
“Kiremitleri uçurup kuşları yerinde bırakan sükûn
kemendini suya atıp kendi akan sükûn
bize de uğra”26
Sessizlik kelamın, konuşmanın başlangıcıdır. Söz sessizlikte söylenir. Hiç duymadığı sesler duyan oldu mu? “Nefes darlığı”ndandır,27 söz [kelam] nefsin teneffüsündendir çünkü. Nefsin teneffüsü özün gürleşmesidir. Nefes darsa öz güdükleşir, anlayış kıtlaşır: “kim dinliyorsa sırtımı kabzalara değiyor kulağı / hiç duymadığı sesler duyuyor – yüzünden belli- / yüzünden belli anlamadığı.”28 Söz yerini buldu mu? Bir kere yundu mu şiir? Bırakmamalı “Yedi kere yumalı yedi kere şiiri.”29 Yedi kere yundu mu şiir; “süzme balla vurdurur şi’re baş koyanları.”30 Süzülmeli Varlıktan, her şey sürmeli, sürecek; çocuklarla, çocuk aşkına. Şarkı sürüyor, şiir sürüyor; sürer:
“Sonları kaldırıyorum her şey sürecek mi
yoksa geldi mi şiirin sonu
selamlayın melekleri yerlere kadar”31
Melekler uğrumuza çıkınca ses yiter, söz biter, kelam yerini bulur ve kimbilir belki biter şiir, kimbilir belki de şiir orada başlar.
Başa döndük; başlangıca, başlığa. Mevlâna bir öykü anlatır Mesnevî’de. Adamın biri arkadaşının kafasına bir tokat atar ve “Şimdi benim elim mi senin kafana çarptı, yoksa senin kafan benim elime mi?” diye sorar. Arkadaşı bütün gücünü toplayıp bu densize öyle bir tokat atar ki adam sersemleyip yere düşer. Arkadaşı “Sorunun cevabını artık sen düşün” der.
Dünyanın açtığı yaralara karşı “Kuduz Aşısı” bir “Osmanlı tokadı”dır adeta. Varsın Dünya düşünsün şimdi.
DİPNOTLAR
1. Kur’an, İbrahim; 23.
2. Kur’an, İbrahim; 24.
3. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, Şûle Yayınları, Merdiven Kitapları Ekim 2006.
4. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 34.
5. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 34.
6. Şöyle de okuyabiliriz belki. “Kuduz Aşısı” iki biçimde yapılırmış. Biri kuduz öncesi, biri kuduz sonrası. Kuduz öncesi aşı “yüksek risk” taşıyanlara yapılırmış. Bizzat işin içinde olanlara. Söz, ihaneti kabul etmez. Şu halde kuduz öncesi aşı “yüksek risk” taşıyanlara; acınası hallerine aldırmadan, tüm basiretsizlik ve kifayetsizlikleriyle, hiçbir insani hale, insani tecrübeye yoldaşlık etmeden söze katılma, söz söyleme iddiasında bulunarak söze ihanet edenlere; yani öncelikle şairlere, yazarlara…
7. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 34.
8. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 34.
9. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 43.
10. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 58.
11. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 34.
12. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 34.
13. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 15.
14. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 22.
15. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 23.
16. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 23.
17. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 20.
18. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 37.
19. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 46.
20. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 34.
21. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 66.
22. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 54.
23. Şairin muradı mıdır bilinmez, şair murad eder mi; o da bilinmez…
24. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 17.
25. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 19.
26. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 65.
27. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 6.
28. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 6.
29. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 53.
30. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 55.
31. A. Ali Ural, Kuduz Aşısı, s. 67. Merdivenşiir, Sayı 13-14, Mayıs-Ağustos 2007