KOR HALİNDE ŞENLİK BEKLENTİSİ – MURAT BATMANKAYA

“Farkındalık”, tarih boyunca hiç olmadığı kadar önem kazandı. Bilhassa da edebiyatta… Niyetim, yazarın/ şairin ne yaptığının farkında olması değil; niyetim, bini geçkin yayınevinin her ay okurla buluşmasını umduğu eserlerin, aslında pek de bir talepte bulunmayan okur tarafından hangi koşullarda ve nasıl fark edildiğine, buradan da o eseri üreten/ basan, dağıtan ve satan açısından ne tür beklentilerin söz konusu olduğuna odaklanması açısından vurgunun, böylesi bir alanda oyalanması…

Vaktiyle şuna inanılırdı: İyi eser, eninde sonunda okuruna ulaşır! Bu teselliyle yüreğini ısıtan var mı hâlâ, bilmiyorum. Bildiğim, belirli bir iltifat ve değeri temsil eden ‘elek’in gözeneklerinin artık iyice irileştiği. Daha da vahimi: Pek çok eserin, bu eleğe dahi henüz ulaşamıyor oluşu.

Okur ile kitabı tanıştırma (bunu, eleştirinin tüm katmanlarını bu kavrama dahil ederek söylüyorum) yahut bir farkındalık yaratma arzusuyla çıktığını umduğum gazete kitap eklerinin, yola çıkış gayelerini bir süre sonra pek riayet edemediklerini düşünüyorum. Gelir-gider hesapları, tiraj kaygısı, daha ulvi, daha edebi değerlerin önünü kesiyor çünkü.

Öte yandan, niceliksel çokluk da nefeslerini tıkıyor kitap eklerinin. Bataklığa gömülmemek için verdikleri mücadele, hedef seçtikleri kitlenin kayıtsızlığı karşısında, açıkçası takdirden yoksun bırakıyor, dahası emeklerini karşılıksız kalıyor.

A. Ali Ural’ın “Kuduz Aşısı”na böylesi bir ahval içinde ulaştım. Gürültüden ırak…

“Nefes Darlığı”yla araladım kapıyı.

I.

Ong der ki, “Sesi durdurup sese hâkim olmak mümkün değildir.” Meram şu: Sesin akışını durdurduğunda sessizlikten başka bir şey olmaz.

Bu bağlamda sözün kudretine işaret etmek gerekiyor. Ong da öyle yapıyor; İbranca dabar deyiminin hem kelime hem de olay anlamına geldiğinden dem vuruyor.

Şiirin bir söz sanatı olduğunu söyleyen –muhtemelen- ilk ben değilim. Galiba son da olmayacağım. Lakin söz’ün bir kültür’e değinmesi şiirde sık rastlanan bir durum değildir. Dahası kelimenin söz’e, söz’ün eyleme uzandığı köprü öyle kalabalıktır ki, geçme çabasındaki nice kişiden pek azı karşıda bulur kendini.

Ural’ın şiirinde bu çabayı gördüm:

kim dinliyorsa sırtımı kabzalara değiyor kulağı

Sesin söze dönüştüğü yerde, sanattan söz edilmez her zaman. Eylemin ime de dönüşmesi gerekir çünkü. Burada iki nokta dikkat çekicidir: İlkinde, kazıya soyunmak gerekir, ki kaynağı Malinowski’de aranabilir. İkincisinde ise, imin kültürle akrabalığı deşilmelidir.

Ural’ın şiirinde gördüğüm, sözün havada asılı kalmadığı. Beslendiği kaynaklara ihanet etmediği… Yeniden filiz vermeye müsait bir toprak derlediği…

okunaksız ölüler bıraktın sahillerde

kargacık burgacık gözler, akbaba tüyleriyle yazılan

II.

Kimilerinde üslup çoğulculuğu görülür ki, becerebilen için bir iftihar vesilesidir. Mesela Nietzsche. Ondaki üslup çoğulculuğu, “yalnızca pozitif olmaları yüzünden dogmatize sapma kaygısı taşımayan pozitif görüşler sunma sorununa (…) verdiği yanıttır” (A. Nehemas).

Bu çoğulculuğun pek çok sebebi olabilir tabii.. Ne ki memnuniyetle kabul edeceğimiz şey, bilhassa Nietzsche’de bu çoğulculuğun bir cazibe merkezine dönüşmesi: Mevcudiyetine alıştırması ve kendisinin unutulmasını imkânsız kılmasıdır (Nehemas).

Ural şiirinde, bir üslup çoğulculuğundan değil, ama bir üslup zenginliğinden söz etmek mümkün sanki.

Çoğulculukta zira, değişen yalnız ses değildir. Halbuki Ural’ın üslup zenginliğinde, aynı kişinin, kendi’nin farklı seslerini bulmak söz konusu.

a.

hiç hesapta yokken –akılda var bir- çizgi çekildi

öyle çekildi ki, med ve ceziri

yırtık bir parayı sürükledi kıyıya sahibi yok

sahibi var, siste bir ses: ‘se’, ‘se’

ses kontrol

b.

ışığı açık kalmış odalar var bedende

derin madenlerinde uyuklarken yakutlar

uzanıp da siyah çarşaflı yataklarına

teğellemeye başlar ince iplikleriyle

III.

Dobrolyubov’e göre, “içinde bulunduğumuz şu hayatın düzeninden tam bir kurtuluş için bir zorunluluk ve bunun mümkün olduğuna dair sağlam bir inanç meselesi üzerinde çalışmak” gerekmektedir. “Şiirsel biçimlerde ifade etmek için gereken gücü bulmak için de çalışmak.”

Sanıyorum meraklıları Ural şiirinde bu iki öğenin izini rahatça sürebilirler.

Sürekli devinimi imleyen şiirlerde, Rönesans’ın ya da resmi ortaçağ kültürünün bir göstergesi olarak okuyabileceğimiz “zorunlu ve mümkün durağanlıkla tezatlık bas bas bağırır.

Bir karnaval bilinci midir bu? Tartışmaya bile gerek yok: Hayır!

“Antik kaynakların akademik mütalaası” mıdır bu? Elbette: Hayır!

Şenlikli temenniler yok. Ama kor halinde şenlik beklentisi.

Güneşin ölümünü seyret göğsünde doğsun madalya

ilk kez boyna takılan ay zincirin ucunda çağıldasın

IV.

“Harfleri ipin ucunda sürükleyen” bir şairle karşı karşıyayım. Buyurun, “bu çalgısız davet”e…

Merdivenşiir, Sayı 13-14, Mayıs-Ağustos 2007      

Site Altbilgisi