ama gidemezsin yaz sonbahar elini ovuşturup dururkenşen şakrak bir zakkum dümbeleğiyle inletirken geceyiiğne yapraklarını yağdırır saçlarımıza ince ayaklarıdırkırılır çıt diye çamların arasında ağustos böcekleri arabaların gümbürtüsünden kaçarken düştün adayapromosyon olarak tam yedi buçuk köpek verdileryarım köpek bir yavruydu ısırmasını bilmeyenhavlamasını bilen fakat korkutan perileri ama gidemezsin yaz oturacaksın vakit gelmedieşyalarını toplaman heyhat bir ömür sürerbavula sığmaz denk yapsan bir koca bahçesararır şaşkın iplerin arasında aşk günleri parlak görünse de ay islidir bu yolculukhattatların parmak izleri kalır üstündebir vav ilişseydi kulaklarında …
Kategori: Şiir
bitkisel hayata girdin izin vermediler ölmenedallarını bağışladı çınar uyuşmadı kandeli nar ben seni bağışlamadımcam kırıklarıyla doldurdukça bahçemi ışık sızmasın diye bürünsen de kaftanına yırtılacakyakutların kurtlandı uluyan bir kuyumcusun sendervişler can verdi kanlı sahrandaeşkıyalar şarabınla sarhoş bir kurumuş dal diktiler yanınatutsun delilik büyüyüp cinnet olsunseni kurşuna dizdiler haberin yokbir ben biliyorum yaşıyorsunkıpkırmızı mermilerle karnında A. Ali Ural …
ertelenen bir kardır deli gömleği giydiriyorsa pencereneertelenen bir elmadır soyarken kesiyorsan eliniköpeğin kesik kesik soluyorsa dünküdür ağzındaki gazeteertelenen sütünde batmıştır mülteci teknelerikıyısı tekin olmaz ertelenen yumakla oynayan kedinin hatıra biriktiriyordun yakaladım seni trallallaher gün bir sarı lira atıyordun kumbaranagüneşin ertelendiğini fark etmeseydi günebakanşemsi beklerdi başını döndürmek için doğuya şamdanları da vermiştim koy çuvalına trallallakristal avizeyi gümüş çaydanlığı pirinç vazoyubir ses duymak istediğinde salla duyacaksınşıkır şıkır ıslanacaksın trallalla şemsiyeni unuttun içinden hiçbir şey çıkmayacak kırdığındabir şey çıkacak kırdığında içindenerteleyemediğin bir şeytrallalla …
her sabah yıkılıp her gece inşa edilenbu kaçak iskelede sengörünüp kaybolurken yemler görünüpkayboluyor bir şamandıra görünüpsakın ekmekle gizlenmiş kancalardan her sabah yıkılıp her gece inşa edilenbu kaçak iskelede sengörünüp kaybolurken gemiler görünüpkayboluyor bir iskele görünüpdalgalar kayboluyor görünüpseni ancak bir facia kurtarabilir moğollar kara veba çekirge sürüleriduyulmadık bir marşı taşırarak dudaklarındanbağışlanmamış aşklar adına gemi azıya alarakdeniz görmemiş vandalların neşesiyle yosunlu ayaklara doğrusırt sırta el ele diz dize omuz omuzasıçrayacakmış gibi değil sıçrayarakkambur çekirgelerin yayındankırbaçlayarak çürüyen halatlarıyla çatlayana kadar ahşapyürüsün diye açlık …
git bana yağmur sesi almarketin rafında en alt kattaüstünde doğal yağmur sesi yazacaknatural rain sounds, okyanus da varocean yazıyor üstünde oooşın diye okunurokumayı söken dalgalar vurmadan buzlu camlarabir şey al üstüne çünkü üşütürüstünde bir şey yazmayan yağmurlar okyanusla yağmur arasından bağırıyorumgit bana çabuk duymazsan çölüm yanarcan çekişirken bataklığında sesleruçak maskeleri gibi kulaklıklar art ardadüşüyor art arda yağmur taneleri gibigibiyle benzetmelerden hoşlanmamhoşlanmam kurcalamasın kimsecd oyuncusunun çekmecesini eller yukarı su tabancasıyla yukarı ellerboşalt kasayı kaç ırmak çaldığını biliyoruzaç ve kitle ağır ağır …
on kuru dal çırpınacak rüzgar kesilse de boşluktaezilmiş küçük harfler her taşın altında yorgunlukbu çiçekler solmuyor kopardın on parmakla halbukioyunu başlatana düşer perdeyi çekmek on kara kış çırpınırken bakmayacaksın ellerine şaşırırsınon yılkı atı say açlıktan koşan on yılkı atı on parmak değilbiledim kayalara sürterek döküldü kıvılcımlar tırnaklarımdanöldürmüştür kim kavrarsa on parmakla hançerini işaret parmağı A üzerine küçük parmak Y üzerine kitaba el basarımbembeyaz çatılardan dökülen kargalarla doldurdum gömleğimion parmağımda on kuş yenilgiyi kabul edenin alnını karışlarımhızla geçen trende kimin parmağı …
bir göl nasıl uyandırılır bilmemneresine dokunulurbir taş atsam korkup sıçrar mıbilmem bir göl nasıl uyandırılır düş mü görür kâbus muacaba saati mibelki derindir uykusubalıkları kırılır bir göl nasıl uyandırılır bilmembeni karşısında görmek ister mirüzgâr eğmişse kaşlarınıkapısı mı vurulur yorgunsa nasıl kıyılırbir göl nasıl uyandırılır A. Ali Ural …
dört kat elbise değiştirdin bombiks morine tığ gibiydin, ne tığın vardıdokunmadan anlamak halis ipeğidokununca herkes anlardı fakat yalnızdın bombiks moriâhın kararttı kozanıkeşke söyleseydileryaprağın ipek olacağını tüccarlar, makaslar, kumaş toplarıbıktın mı duttanhint portakalı mı çekti canınbombiks morikazanlar kaynarken yandı mı canınbedestende kelebek bulutları sana yasak bombiks morigiyemezsin sen ipeği sana yasak bombiks mori halkalar arasında kara kurdelemakas kes hadikavrulan kelebeği A. Ali Ural …
bu adam ölmüşnefesi kendi nefesi değilgöğsünün dalgalanmasınarin bir kayığı yüzdürdüğündennabzı mı, böcek seslerisiz bir çarşaf getirin hemen bu adam ölmüşgözlerinin feri gitmemiş mi, gitmezeski bir rüyayı görüyordudakları mı kıpırdıyorhayır söylemez bu adam ölmüşrengi solmamış mı, beyaza küsyaşları mı kumsalı yakansunî teneffüs bulduğunuz ilk martıyı kalbine sürünbu adam ölmüşgötürün! A. Ali Ural …
ah bu koku bu sarhoş eden kertenkeleyi kaya dibindekurumuş balıkları ipte parlatan yoğurt çıkınlarından damlatan suyu ah bu korkubu delirtip ayçiçeklerini gece sarı yüzleri koparan yastığından ah bu sabahbu bahçe yüklü arabaları yola düşürüpyüzülmüş derileri yoldan çıkaran pazar; ağaçların biberden kolyeleripazar; kumaş toplarıyla açılan uykupazar; çömleklerin ağulu reçelleripazar; yanan tezgâh ve asma soğukluğu altın toprakta, gümüş eritilmedigüneş abandı çürük tenteyeyılanın zehri yaradan emilmedibal alıyor adam yılan derileriyle ihtişamla parlıyor çuvallarda hurmalarbalıkçı satıyor ağını bedeviye bir kahraman kılıcını suyla takas ediyorbirbirine dönüşüyor eşya bu garip yerde bu …
valizimi hazırlamama yardım etkollarından çekiyorlar saatinkollarımdan çekiyorlarbekçi elini düdüğüne götürüyoryardım etşimdi şimdi çocukların üzerini açtığı vakittirparmak uçlarıma basarakyandırmadan örtsem onlarıuyku, hiçbir gözeçocuk gözüne yakıştığı kadar yakışmazuykubana da yakışır mı? valizimi hazırlamama yardım etkelimeleri sol tarafa koysöylenmemiş olanları, yürünmemiş yolların yanınakollarını mavi gömleğimin boynunaayrı ayrı koy güneşli günlerle karlı günlerikarıştırma valizimi hazırlamama yardım etsağ köşeye biblolarımı koytahtadan, camdan, tenekeden biblolarımıharcamadığım demir paramı, deniz kabuklarımıyolluk olarak bir elma, bir dilim portakalbir hırka da koy belki üşürüm yolda valizimi hazırlamama yardım etkollarından çekiyorlar …
cinayeti üstüne yıkarlar diye mi cesede yaklaşmıyorsunçığrışan kuşlar korkuturken ölüyü, korkutmasa dane tarakta kalan saçlar, ne yastıkta kalan uykunkaraltın örtse de ağzının köpüğünübir anıt gibi dikilsen de uzaktakaçmasan da yakalanmamak içinbiliyorumseri cinayetler işledin. okunaksız ölüler bıraktın sahillerdekargacık burgacık gözler, akbaba tüyleriyle yazılanbirazdan güneş kapıma dayanacakseni ihbar etmemem içinayaklarıma değilyüzüme kapan! yüzüme kapan ki ordabir yıldız bile yeterken başını döndürmeyebaşedemeyen koca bir gökyüzüylebir deniz var sudan korkan. sudan korkan ve köpüren ağzıylaöperken öldüren teknelerisudan korkan ve ısırırkenbırakan süt beyaz dişlerinisudan korkan …
ıslak kanatlarını açarak güneşi bekleyen kara kuşa bakkırılmış dalgalara karşı dalgakıranda tüneyen sarhoşa bakkömürden kollarını uzatıp çekiyor bulutun yakasındantam yırtarken gömleğini bir örümcek iniyor da arkasındanyükleyip sırtına güneşin küllerini uçuruyorbir örümcektüylerinin içinde bir rozet kadar sıcak bu homurtuyu ancak dik duran bir avcı çıkarabilirbu belâlı harcı kancalı bir gaga karabilirşamandıralar kopmuş kim açabilirkapanan gökten zinciri bırak kanadından bir tüy koparttı ve onu büyüttübir tüy daha koparttı ve sonra bir tüydeniz yılanlarından sağdı bu sütüservi köklerinde bir karabatak aklın sınırında vurulan …
Güneşin ölümünü seyret göğsünde doğsun madalyailk kez boyna takılan ay zincirin ucunda çağıldasınkızıl ve kara köpeklerini salmadan rulet seremoni! üç katlı binaçalgısız düğüne davet alt kattakiler pencerelerine demir taktırıyororta kattakiler perdelerini çekiyor üst kattakiler balkondan bakıyorlar bir kelimeyi bölen atlar harfleri sürüklüyor ipin ucunda. Kiremitleri uçurup kuşları yerinde bırakan sükûnkemendini suya atıp kendi akan sükûn bize de uğra sarılmayı filmlerde gördük, hiç öpülmedik uykudaey sessizlik hangi kırbaçtan korkun! Çakal yağmuru başlayacak eriyince madalyayağmuru ödül sanan salyangozlarsırtlanacak gümüş tabutlarınıbu çatırtı! bu sürüngen ölüm kaldırımlardayağmur sanarak sokağa fırlayaneli …
Pencere sen aç beniDumanların bacalarını seyret, duvarların bahçelerini, gölgelerin ağaçlarını asma taşıyıcılara yükle çok eğrili kabuklar topla denizdenağlarında yıldızlar çırpına çırpına ölsünkemerler bağla, perdeler çek ne ağır gökyüzü!Katlanmış plaklarda yarısını çalarken şarkınınmakaslarla kesilmiş kubbelere sor ağırlık neymişgöz kapaklarıyla saymak can levhalarını.Pencere sen aç beniBir ormandan ancak bir ev yapabilirimbir dağdan duvar yalnız. Her şeyi çizmişler ben siliyorumBu sokak çok aydınlık bir lamba yeterBu dudakların söyleyeceği yok silinsinlerDev çanaklarda ziftlenen köpekler çatılardan dökülsünMahkûm firar etsin, yemin etsin parmaklıklar üstüne Ah! Sesleri …
yedi çift ayakkabım var ve nereye gideceğimi bilemiyorum bilemiyorum kadranın altında ne var bir çift eli olan mimar bana bir yol yap, bir kasaba bir şey yapma bana mimar. Ben yapmadım -herkes bakıyor bana- ellerimi kırıyor apartmanlar ben yapmadım camları çocuklar kırdı kendiliğinden büyüdü otlar. yedi çift ayakkabım var ve nereye gideceğimi bilemiyorum bilemiyorum köprünün altında ne var adım atmak için iki ayak ha köprü yürüyünce ölüyor mimar. ne kadar oda gömdünüz mezarlığa pirinç karyolalı ne kadar oda kanlı bileklerle …
Bir kalbi açmaktan daha tehlikeli bir şey Bir kalbin çeperlerine dokunmaktan daha tehlikeli Bir kalbe kulağını dayamaktır, işitmeyen kulağını İnsan insanın kalbine dokunamazdı Nerede zemzem ırmaklarını akıtmak oraya Yolculuğun şartı, yıkanmış bir kalp Merdivenin şartı, melekli bir gece Gecenin şartı, yıldızlar arasında bir burak Başkasına parlamazdı her sokakta bir parça ay Serilmezdi başkasına her tezgâhta ipek bir şal Kara fötr şapkalı adamlar dolaşsın diye değil Beytülmakdis’in sokaklarında susatsın diye değil Cennet vadilerinden süt, yıldız salkımlarından şarap Nasıl beklerse bir melek öyle bekliyor Alnının değdiği toprak bire bin versin bekliyor Dağlar kızıl kelebekler uçuşmadan bekliyor Günebakanlar eğsin başını, güneş secdede bal İki rekât iki âlem, iki kap iki âlem Merdiven kaç basamak, bekliyor. Sütü seçtin incir denizleri dalgalandı, hu Allah Şaraba tuz atıp sirkeye bandın, hu Allah Semalar divanda, nebiler el pençe, hu Allah Âdem, İsa, Yusuf, İdris, Harun, Musa, İbrahim Selam, selam üstüne serveriyle aşkın, hu Allah Dinle kalemlerin sesi geliyor yürüdükçe kâğıtta. Tekbir getirmeye görsün Muhammed Mustafa Tekbir getirir yer gök ay bir kez daha bölünür Enbiya saf tutar, nur kesilir Mescid-i Aksa Taş olsa da hissiz kalmaz gitmek ister peşinden Dur demese, O’nunla birlikte yükselecekti Ya ben, boşluktaki ben, ey sahra-i muallak A. Ali Ural …
aynı gökyüzünün altında olduğunu düşünmek her şeyin ne kadar kardeş yapabilir bizi ne kadar boy ölçüşebilir ağaçlarla oduncu yemyeşil mızraklar yağarken üstüne baltasından biraz daha uzundur yalnız uykusuz gözlerinden öpüyorum atların uykusuz gözlerde öpülecek bir yer var bir yer var kıvılcımlar ekilen toprağa meleklere açık meydanlarda bir yer biraz uzakta yalnız Allah’ım ne küstah bu şairler avutamayınca kelimeleri kelimelerle avunuyorlar hışırdıyor perde fakat nerede ışık kâğıtları getir uçak yapacağım onlardan hepsi bu kadar yağmurluklarıyla uyuyanlara saygı göstermeli bu gece alçalmaya …
I. kar yağmıyorsa sandalyen çıplak yanaşmamış omzuna ağaçlar serçeler kaynamaya başlamamış gözlerin hazır değil karşılamaya II. rahatsız etmemiş yaşamak rahatlığı kristal kürende bulut tortusu istemek kıvılcımından yoksun bakıp duruyorsun kımıldamadan III. bu bir kar tanesidir elini uzat bileğine mühürler vuracak saat kar? Durmuş IV. aç piyanonun kapağını içindeki beyaz köpeği çıkar koştukça genişlesin bembeyaz koca bir kemik olsun yeryüzü V. bir deri bir kemik olsun incecik elensin kar eldivenleri elsiz tanıştığına memnun VI. görmezden gelemezsin bin şekilde gelir önüne orkestralar …
I. köklerini derine salmadın Mara uçup gidecek gibi yaşadın dağlarda denizin yamacında büyüdün mavi bir gölgeyi göğsünde büyüterek bu çatlak onarılmaz reçine sür sızısını alsın asırlarca ölmez denizi seyrederek büyüyenler çağırdın ağaçları gür sesinle düğününe kimse gelmedi saldın şahinleri omzundan pençelerinde buzdan heykeller mağaralardan taştı gölgen bu dünyanın çalgısı değilsin hangi meleğin elinden düştün yere dizlerinde gül rüzgar çiçek tozları taşırken göklere uğultuyla sen sadrındaki eşiği geçen bülbüllerden haber ver dört telini ateşe veren firarda göğüs kafesine ağır bulutlar çökerdi …
ben bu şehri tekmelenen bir konserve kutusuna benzetiyorum benzeme yönünden kaçırdığım bakışlarımla benzetiyorum ne konservesi olduğunu ayakkabımın ucundaki kırmızılığın ele verdiği ben bu şehri ben bu trenleri sürünen yılanlara benzetmiyorum hayır trenleri yılanlara benzetme modası geçti ayakları yerden kesilerek geçti yanımdan çok oluyor çok oluyor unuttum tıkırtılarını topuklarının ben bu trenleri ben bu uçakları kuşlara benzetenlere hayret ederim hayret ettiğim kadar kuşlara yemezler önlerine attığım yemi bulutlar penceremde pırr diye uçamazlar bak bu da var bu da var son çağrı …