Hilalin ve Kılıcın Gölgesinde: Kâğıda Sarılı Rüzgâr – Eray Sarıçam

1.

Türk şiirini iyi bilenler ve yakından takip edenler, bizde şiirin, lirizmden siyasi şiire doğru gelişim gösterdiğini fark edecektir. Buluştan sahiciliğe, soyuttan somuta, iç’ten dış’a, bireyden topluma doğru uzanan bir süreçten bahsediyorum. Bu sürecin en olgun hali ise, duygu ve düşünceyi birbirinden ayırmayan şairlerde çıkar karşımıza. Buradan bakınca, A. Ali Ural’ın kişisel şiir tarihinin de Türk şiirinin gelişimi ile paralellik gösterdiğini söyleyebiliriz. Bunu, geçtiğimiz yıl yayımlanan toplu şiirleri, Kana Karışan’ı kronolojik olarak okuyunca çok daha rahat anlayabiliriz. Körün Parmak Uçları’ndan, Kâğıda Sarılı Rüzgâr’a gelen aşamada; günlük hayatın, tarihin ve siyasetin Ural şiirinde temel unsur haline geldiğini görüyoruz.

Ancak A. Ali Ural şiirini, gerek önceki kuşaklar gerekse akranlarıyla aynı düzlemde ele almamız çok da mümkün değil. Çünkü Ural’ın siyasi şiirleri salt hezeyana dayalı, bir anlık coşku ile yazılmış “sıradan” metinlerden oldukça uzak bir yerdedir. Ural, edebi kişiliğini de yine sıradanlığa düşmeyerek oluşturur. Çünkü sıradanlık ve klişe şairin genel geçere hapsolması ve kişilik oluşturamamasındaki en büyük engeldir. Kişilik sahibi olamayan şair, ustalığa ulaştığını düşünse bile anonimleşir. Ural’ın, sıradanlığı aşmasında, derdini ve söyleyeceğini afişe etmemesiyse oldukça önemli bir yer tutar. Yani şiirin estetik yanını ve poetik bilinci hiçbir zaman unutmaz A. Ali Ural. Bu anlamıyla şiire yol gösterici bir misyon yüklemeden, daha yoğun ve özlü bir toplama ulaşır. Yani siyasi ve toplumsal meseleleri sadece politik değil aynı zamanda poetik olarak da algılayıp şiirini kuramsallaştırmayı başarır. Ural, şiirini kuramsallaştırırken de önceki siyasi şiir deneyimlerinde kullanılan ortak kelime, dil ve imge havuzunun dışına çıkar. Ayrıca lirizmi elden bırakmayarak, diğer birçok şair gibi, şiiri akla indirgemez. Tecrübe kaynaklı bir “duyumsama” hâkimdir Kâğıda Sarılı Rüzgâr’a. Ne salt akıl ne salt duygu…

2.

A. Ali Ural, Kâğıda Sarılı Rüzgâr’da kimi akranı gibi, imgeyi hedef belirlemez. İmge onun şiirinde olağan ve doğal bir şekilde yer bulur. Çünkü Ural, ilk kitabından bugüne, doğrudan yaşantıdan (=tecrübeden) beslenen bir şairdir. Bu yüzden ne imge, ne dil, ne deney, ne gelenek tek başına bir şey ifade etmez ve hedef olamaz. Şiirin bütün bu paydaşlardan oluştuğunu bilir. Fakat onun yaşantısı 80 Kuşağı gibi bireycilikle sınırlı değildir. Ural, özellikle Kâğıda Sarılı Rüzgâr’da, İkinci Yeni’nin 60 ve 70’lerdeki öz-biçim dengesiyle kurduğu toplumsal ilgiye ulaşır. Toplumsal olana dair tespitlerde bulunur, yorum gücü ve eleştiri yeteneği kazanır. Böylece Ural şiiri, edilgenliği de aşarak, yaşananlara karşı tepkisini eleştiri üzerinden gösterir. Ancak buna rağmen slogan atmaz, duyguculuk yapmaz, gelecek güzel günler vadetmez. Toplandılar, Göçebe ya da Sonrası Kalır’ın, dönemin toplumcu-gerçekçi şairlerinden ayrıldığı noktalar da işte bunlardı.

***

Eleştiri daha ziyade ironi şeklinde görülür Kâğıda Sarılı Rüzgâr’da. Batı’yı, Batı’nın dünya görüşünü ve tekniğini ironi ile alt etmeye çalışır A. Ali Ural. İster Mara ve Öteki Şiirler olsun ister Kâğıda Sarılı Rüzgâr, Ural şiirindeki ironi bütün bütün kendisini insanlığın mutlak temsilcisi ve kurtarıcı olarak gören; kendi doğrularını evrensel doğru sayan ve hamilik taslayan Batı’ya karşı kesin bir tavrın ifadesidir. Çünkü Batı, bahanesi ne olursa olsun, belki Gazze’de belki 15 Temmuz’da, belki de başka bir olayda “bizi” modernleştirme, geliştirme ve kurtarma gücünü kendinde bulur. Bu üstenci düşüncenin altında ise, salt akıl ve bireyci düşünce vardır. O yüzden Batı, ne 15 Temmuz’u ne Akif’i ne de Kudüs’ü anlayabilir:

“Akif, yıkıldı Kudüs biz tivit attık gece

kassam füze, haber ajansları fotoğraf

canavar yaşıyor çarpmadıkça göğsümüz

Akif, kalbinin dili yoktu bizim kalbimiz yok

organ mafyasının elinde nakil bekliyor

israilli bir zenginin pili kalbinin yerine…” (Akif)

“başaklar kızardı toprağında bu yıl kırmızı ekmekler peşinde

her ismin başında bir Mehmet sözlüklerimizde marşlar

yükseliyor bire bin vermek mi Bir’e milyonlar vereceğiz

herkes Mehmet’ini bekliyor herkesin Mehmet’inde merhamet (Mehmet)

Fakat Ural şiirini, pek çok ironistten ayıran, ironinin sınırlarını hicve kadar götürmesidir. Çünkü hicvin bir ayağı da saldırıdır. İronide çoğu zaman saldırı göremeyiz. Ondan beklenen de bu değildir zaten. Ama hiciv, öyle ya da böyle karşı tarafa saldırıdır. Buradaki saldırıyı, menfi bir anlamda kullanmıyorum. Çünkü hicvin ahlaki mi yoksa art niyetle mi yapıldığı ancak şairin tutumundan yola çıkılarak bilinebilir. Ural’ın, karşısına aldığı kişileri ve yöneltilen eleştirileri (=suçlamaları) düşünürsek, buradaki saldırının ahlaki bir temele sahip olduğunu ve kişisel hırsların ötesinde, kamusal bir karşılığı olduğunu görebiliriz. Bu da Ural şiirindeki hicvin, ahlaki anlamda, yüksek bir seviyeyi imlediğini gösterir:

“kıvılcımlar saçarak dört tarafa

yasakları çiğneyerek bütün yönleri çiğneyerek

birer ikişer beşer onar öne yana ve çapraz

ağır ağır artırarak nizamını sahranın

helikopterler keskin nişancılar tüfekler

su kasidesinde yıkıldılar bir bir

Fuzuli öldürenler yazdı şikâyetnameyi:

baş belasıydılar dünyanın ağır ağır yürüyorlardı

‘Daha yok mu?’ beş günde beş bin

‘kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çare su’

size kalan söndüremeyecek ateşinizi

suyu çekildi dünyanın yılanlar doğuracak (Deveye Ağıt)

Ural şiirindeki Batı eleştirisi; keskinliği, hicvi ve öfkesi ile Sezai Karakoç üzerinden Mehmet Akif’e bağlanır. Yani tipik ironistler gibi, sadece eleştirmekle yetinmez. Batı’ya ve Batı’nın değerlerine karşı –estetik tutum elden bırakılmadan- mutlak bir isyan vardır. 70’li ya da 2000’li yılların popülist şiirinde de mutlaka isyan vardı, fakat bu şiirlerin onlardan farkı, estetik değerlerin (kelime seçiminden biçim ve üsluba kadar…) göz ardı edilmemesidir. Örneğin 70’lerin toplumcu şiiri adeta gürültüden duyulmaz. “Şimdi” yoktur 70’lerde, “an” yoktur. 80’ler nasıl ki nostaljiye hapsolduysa, 70 kuşağı da ütopya kurma derdindeydi. Hâlbuki modern şiir, neredeyse tamamen şimdi’dir. Geçmişte kalan ya da şimdi’yi es geçen şair hem yaşadığı zamanı kaçırır hem de içinde bulunduğu toplumu. Ancak Ural şiirinde, bireysel trajedi ile, yaşanan zaman ve tarih arasında bir paralellik/uygunluk bulunur. Yani Kâğıda Sarılı Rüzgâr, siyasi, toplumsal ya da bireysel olanı sadece görmekle yetinmez, bununla birlikte “zaman”ı da yakalar. Ural, zamanı yakalamak içinse, bir yandan Batılı değerleri reddederken bir yandan da şiiri metin dışına taşıyarak klasik ironistlerin ötesinde alana ve protestoya çıkar. Bunu TYB ödüllerinde, Türkçe edebiyat dayatmasına karşı takındığı tutum, yaptığı konuşma ve “Yaşasın Türk Edebiyatı!” pankartıyla da görmüştük.

Ural’ın; metne hapsolmuş, eylemi ve protestoyu yavanlık kabul eden “çağdaş şair” profiline karşı, böyle bir çıkışta bulunması, Kâğıda Sarılı Rüzgâr şairinin, verili poetik ve politik kalıpları da “ihlal ettiğini” gösterir. Poetika ve politikayı birlikte kullanıyorum, çünkü Ural şiirinde, ikisi hemen her zaman bir ve ayrılmaz ilerler. Bu ise onun, hem bura’lı bir şair olduğunu hem de Liberal zorlamalara karşı bilinçli, planlı, programlı bir cephe aldığını gösterir. Ural bu yüzden; Chomsky, Derrida, Foucault, evrensellik, yeryüzü ve küreselleşme denmeden şiirin konuşulmadığı günümüz şiir ortamında, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Süleyman Çelebi, Mehmet Akif ve Sezai Karakoç gibi isimleri şiirinin kaynakları olarak seçmiştir. Üstelik bu isimleri, tekniği ve bütünlüğü elden bırakmadan yerleştirir şiirine. Böylece yalnız kendi kaynaklarını okurun önüne sermez, aynı zamanda durduğu ve savunduğu yeri de gösterir.  Aslında Ural’ın Batı’nın sembollerine karşı bura’lı isim ve olaylara atıf yapması, sadece bugünün meselesi değildir. Bütün bir Cumhuriyet boyunca, birçok şair, Hümanizm adıyla Yunan ve Latin mitolojilerini ilham kaynağı ve hedef olarak bellemişti. Ural’ın, “Türkçe şiir” propagandasına karşı takındığı tavır, işte bu Liberal dayatmayla da bir tür hesaplaşma ve mücadele anlamına gelir:

Ah Hünkâr’ım!

“gökten çatı ağaçtan duvar kuştan kiremit

Tekne batar su üstünde yürüyemez derviş

Bir avuç buğday serp ebabil kuşları gelmiş

Çıkart fiilleri tuzla buz olacak camekân

Ayı ikiye bölen parmağın işaret ettiği yer

İki parmak sırma şanlı yetimler

Fakr âleminde nâm u nişânı olmamak daha iyidir

Aşk  hikayesinde dilsiz olmak daha iyidir (Hüda Kaldı Hüda)

3.
Kâğıda Sarılı Rüzgâr; Tanrıça Skamandros, orman perisi Eko, Kibele veya Demeter’in şiire taşındığı bir çağda, “Her Türk asker doğar” ya da “Tanrı Türk’ü korusun” gibi artık tamamen unutulan, hamaset sayılan, manzume denen veya modern şiirde yeri olmadığı düşünülen ifadeleri kullanarak, günümüz şiirindeki yenilikçi çalışmalardan çok daha yeni bir şey yapıyor aslında. Çünkü “klişeyi klişeyle yenerek” utulmuş/unutturulmuş ifadeler üzerinden Türkiye’ye ve bugünün siyasetine ulaşıyor. Zaten modern şiirin önü arkası; şairin, kendini tanıması ve yaşadığı çağa ulaşabilmesidir. Ural’ın, unutulmuş ya da kullanıla kullanıla anlamı daraltılmış kelimeleri şiire yeniden dâhil etmesi, yeni’nin mutlak “hedef” sayıldığı bugünün şiir ortamında “yeni” bir yol çizme ve “klişeleri” bugüne ait bir bakış açısıyla yeniden yorumlayabilme başarısıdır. Çünkü klişenin, klişe olmaktan çıktığı nokta, eski değerli sarması ve bugüne dair konuşabilmesidir:

“yürüyüş kararı sayılacak yürümek istersen

dünyanın karanlık pencerelerine

diriliş kararı kazınan künyelerle

şehirlere ormanların sırtlan kustuğu

yürüyüş kararı sayılacak Mehmet say

her -Türk – asker – doğar

her- Türk – asker – doğar

her Türk asker doğar

her Türk asker doğar

‘Tanrımıza hamdolsun’

Muhammed’den yarattı Mehmet’i” (Mehmet)


Yukarıdaki dizelere ilham veren15 Temmuz, Türk şiirinin yenilenip tazelenmesi, başka bir çıkış noktası bulabilmesi için, çok önemli bir fırsattı. Fakat kimi isimler dışında hiçbir şair bu olaydan “yararlanamadı”. Çünkü 15 Temmuz’da da önceki toplumsal olay ve darbelerde kullanılan verili dil ve imge dünyası aynıyla devam ettirildi. Fakat Ural, 15 Temmuz’u, kendisinden yani bireysel trajedisinden yola çıkarak gördüğü için genel geçer duyarlıkların dışına çıkabilmiş; birçok olaydan ayırıcı ve farklı noktalarını görebilmiştir. Çünkü Ural 15 Temmuz’u salt politik bir olay olarak görmemiş; onu, varoluşsal anlamda da içselleştirmiştir. Böylece popülist şairlerin aksine;  Kesik Dans, Deveye Ağıt, Çalıntı Ateş, Bulaş, Akif, Mehmet ve Cemre gibi şiirlerinde dil, işçilik ve estetik kaygıları göz ardı etmemiştir. Bu da Ural şiirinin bir ayağının şiir-içi unsurlarda bir ayağının ise tarih, sosyoloji ve felsefede olmasını sağlamıştır.

Karabatak dergisi 70. sayı Eray Sarıçam

Site Altbilgisi