BÜTÜN İNSANLAR KUDÜS’E GEÇ KALDI- RÖPORTAJ: ERAY SARIÇAM

Alain de Botton, seyahat fikrini ve doğrudan seyahati de sanat olarak tarif ediyor.  Eugenio Borgna ise “Her kapalı kurumda can sıkıntısı tehlikesi gizlidir,” diyerek, seyahatin önemini vurguluyor sanat ve yaratıcılık noktasında. Peki, sizin nezdinizde seyahat nedir? Seyahat ve şiir/edebiyat nerede buluşur; nereye varırlar birlikte?

Seyahat insanın kendini ve yaşadığı beldeyi tazeleme vasıtasıdır. Bir katarakt ameliyatıdır alışkanlığın perdesini gözlerden alan. Emanet bıraktığınız heyecanı iade eden bir rehinci dükkânıdır. Sevdiklerinizi yeniden sevmenizi sağlayan bir özlem iksiridir. Kendine yeni bir gözle baktırıp neşelendiren bir lunapark aynasıdır.  Battersea’de yaşayan İngiliz yazar Chesterton bavulunu alıp evinden çıktığında bir arkadaşıyla karşılaşmış. “Nereye yolculuk?” diye sormuş arkadaşı ona. “Battersea”ye demiş Chesterton. Arkadaşı “İyi de zaten Battersea burası,” diye şaşkınlığını belirtince, “Battersea’ye ancak Battersea’nin dışına çıkarak gidebilirsiniz,” cevabını vermiş.

Yahya Kemal de herhalde İstanbul’a gidebilmek için arada Ankara seyahati yapıyor, Ankara’nın en çok neyini sevdiği sorulduğunda, “İstanbul’a dönüşünü,” cevabını veriyordu. Doğrusu İstanbul aşkım olsa da Ankara’da çocukluk ve gençlik yıllarımı geçirdiğim için Yahya Kemal’e sitem ederek, “Ankara’nın da sevilecek yerleri vardır,” demek isterdim.

Seyahat aynı zamanda bir keşif serüvenidir. Ahmet Haşim, “Frankfurt Seyahatnamesi”nin başında seyahati “Harikuladelikler Avı” olarak tanımlar. Seyyah ise ona göre gittiği yerleri tanımayışı sayesinde “uydurucu bir gözün hayretleriyle” etrafı seyreden “geçici bir şair”dir. Bu yüzden şair ve seyyah akraba, seyahat yazısı ve şiir kitabı kardeştir. Bu yorumuyla Haşim, seyahati sanatçı için bir yaratıcılık katalizörü olarak görüyor.

Seyahat insanın değerini artırır, yer değiştiren varlıklar kıymet kazanır çünkü. Durağanlık bir süre sonra çürümeye neden olur. İmam Şâfii bir şiirinde ne güzel söylemiş: “Suyu durgunluk bozar; aksa temizdir, pislenir dursa/Avlanamazdı aslanlar ayrılmasa/Ve isabet etmezdi ok yayından çıkmasa/Arab’ı, Acem’i bıkardı bütün insanlar/Güneş yörüngesinde çakılıp kalsa/Buhur dalı ağacında bir cins odundur/Altın toprak gibidir yerinden oynamasa…”

Hocam sık sık şiir ve edebiyat programları için şehir dışında oluyorsunuz. Birçok farklı şehirde okurlarla buluşuyorsunuz. Peki, bunca yolculukta size neler ve kimler yol arkadaşlığı ediyor? Çantanızda neler vardır seyahatlerinizde yahut yol boyunca zihninizi neler zenginleştirir?

Edebiyat programlarım için genellikle tek kişilik yolculuklar yapıyorum. Yanıma bir şair ya da öykücü düşerse ne âlâ. Muhabbetin tadına doyulmuyor. Yeryüzünde olan biteni dokuz bin metre yükseklikte bulutların eşliğinde konuşmak harika bir şey. Uçakta kitap okumak yerine hayal kurmayı tercih ederim. Dingin zamanlar gerek nitelikli bir okuma yapabilmek için. Hayal kurmaya başladığınız zaman bütün âlem yanınızda. Çantamda bilgisayarım ve okumak için yanıma aldığım ama asla okumayacağım bir kitap oluyor.

Hocam, “yol” kelimesi, çağrışım olarak epey zengin bir kavram, sembol, imge vs. Peki, A. Ali Ural şiir ve yazılarındaki yol’un karşılığı nedir, yol kavramı nasıl bir çağrışım oluşturuyor eserlerinizde?

“Valiz”şiirimin ilk mısraı “valizimi hazırlamama yardım et,” diye başlıyor. “Koşu Bandı” şiirimde ise valiz bavul oluyor, bavul at: “atların nalları altında kayıyor bir bavul gibi kayıyor uçak indi/ herkes kendi atını seçecek sizin atınız geçti mi/at bu benzer birbirine etiketli mi/iks reyden geçerken kemiklerini gördünüz”. “ Bir Güneş Gibi Yaşlanırken” şiirimde bavul yeniden sahneye çıkıyor. Güneşin etrafında dönen bir gezegen olarak bu kez: “hangi siyah bavulun senin olduğunu bilmiyorsun/ dönüyorlar yörüngende birbirlerine çarpmadan/ elinin gölgesi düşüyor saplarına el tutulması/ bir kırmızı kurdele bağlamayı akledemedin” Hep bir yol ve yolculuk hali. Şairin “Yedi çift ayakkabım var ve nereye gideceğimi bilemiyorum,” dediğine bakmayın o rüyalarında uçak biletini ya da pasaportunu kaybediyor sürekli.  Yola çıkamama korkusu taşıyor hep. Bilinçaltım yurt dışında geçirdiğim  üniversite yıllarımdan uzatıyor elini rüyalarıma.“Sahibinden Satılık” şiirimde “Uçaklarla yarışıyor tek kanatlı kuşlar kan damlatarak/ Boşluğun zaferini kutluyorlar,” mısraları var.“Otomobile Binerken Besmele Çeken Kadınlar”adlı şiirimde: “el kaldırıp duruyorlar, her semaya ve her arabaya/ şüphesiz yolcular, şüpheli yolcular” derken, “Gece Merdiveni” şiirinde herkesin yapamayacağı bir yolculuktan söz ediyorum: “yolculuğun şartı, yıkanmış bir kalp/merdivenin şartı, melekli bir gece/gecenin şartı, yıldızlar arasında bir burak” Bir deneme kitabımda ise şu diyalog geçiyor:

-Yollar hep yılana benzetilir değil mi?
-Evet.
-Neden? Kıvrıldıkları için mi?
-Hayır. Ayrılık zehirleyebilir insanı.

Sadece bizde değil, bütün bir dünya edebiyatında yol, yolda olmak, seyahat etmek sürekli karşımıza çıkıyor. Peki, neden bu kadar ilgimizi çekiyor yol üzerine düşünmek? Yol’dan ne umuyoruz, ne tür bir beklentimiz var? Nasıl bir hikâye çıksın istiyoruz yol’dan?

Yol bizatihi hikâyedir. Yılan hikâyesi bir yol hikâyesidir aslında. Uzar da uzar. Çocukluğumda otobüslerin içinde “Ömür Biter Yol Bitmez” yazılı bir tabela asılı olurdu şoför koltuğunun yanında. Bence bu da müthiş bir hikâye. Yolun bitmeyeceğine inanan bir şoförle yolculuk yapıyorsunuz. Edebiyatta “Arama kurgusu” adı verilen bir kurgu türü var. Yol boyunca kahramanın bilgeleşmesini öngörüyor. Demek ki yol bir bilgelik hikâyesi barındırabilir içinde. Dairesel bir kurgudur, başlanılan noktaya geri dönülür sonunda. Yolun bitmeyişi belki de budur. Yoldan bizi sevdiğimize götürmesini bekliyoruz. Yoldan gizli gizli buzlanmamasını umuyoruz. Yoldan bize dönüşü olmayan hikâyeler armağan etmesini istiyoruz.

Yol’da olmak ve seyahat deyince, tabii “gitmek” de geliyor aklımıza. Gitmek ve şarkıya dönmek elbet… Peki, gitmek fikri neden bu kadar tutmuş olabilir yüzyıllar boyu? Geçmişten bugüne ne tür değişiklikler yaşanmış gitmek fikri üzerinde? Bir de şarkıya dönmek zorunda mıyız?

“Başım alıp gidem gurbet ellere/Ne sen beni unut ne de ben seni” denilse de türküde bir paradoks var. Gitmek isteyen unutmayacağını ve unutulmayacağını düşünerek teselli ediyor kendini. Fakat uzaklık bu hayali boşa çıkarabilir. Gitmekte bir efelenme var hayata ve sevdiklerine karşı. Giderse üzüntülerinden kurtulacağını sanıyor insan. Montaigne, Horatius’un bir mısraıyla içimize şüphe düşürmeseydi daha kolay inanırdık bu yalana: “Ve keder atımızın terkisine binip gelir” En iyisi bir yere gideceksek sevdiklerimizle beraber gitmek. Şarkıya dönmeye gelince… Şarkı kelimesinin bizim için ne anlam taşıdığına bağlı. Dönülecek şarkı da var dönülmeyecek şarkı da.  

Poetik yolculuğu nereye doğru gidecek peki A. Ali Ural’ın? Aklınızda hangi durak/lar var? Yani her ne kadar hesap kitap yapsak da kaderin üzerinde bir kader var, ama yine de poetik olarak seyir ve seyahat planlarınızda neler bulunuyor? 

Kahve falı bakanların ilk kurdukları cümlelerden biri “Sana bir yol görünüyor,” olur. Bir yol görünmesi heyecan verici bir şeydir çünkü. Toplu şiirlerim çıkıyor yakında. Beş şiir kitabımı “Kana Karışan” adıyla bir arada yayımlıyoruz. Kitabın sonunda  poetikam da yer alıyor. “Kana Karışan”a bakıp yeni bir rota belirlemek isterim.

Son olarak, hangi şehre geç kaldınız hocam?

Kudüs’e geç kaldım. Fakat Kudüs’e geç kalan bir ben değilim. Bütün insanlar Kudüs’e geç kaldı.

(Skyroad, Aralık 2022, s.52)

Site Altbilgisi