BULDUĞUNUZ İLK MARTIYI KALBİNE SÜRÜN – ENGİN TURGUT

Islığı bile tutuşmuş şairin!.. Her vaatte nefes olmuş, her heveste tarumar!.. Yazgısı çırpınırken o uç uç böceğine sarılmış!.. Kalbinde hep bir işgal duygusu var biliyorum!.. Kalbinin ağzı açık kalmış, ölüleri parfüm kokuyor! Rüyanın bıraktığı buğuyu annelerin saçlarıyla siliyor!.. O da diğer şairlere benziyor: Ten ve gül arasında, riya ile ölüm arasında sokaklar değiştiriyor!.. Biliyorum ‘martı’ diye bir bağırsa bütün deniz ayağa kalkacak!.. Sanki “küçük şey yoktur” demek için şiirler yazıyor!.. Sanki hep birini bekliyor gibi, ruhunda kırık bir ay telaşı! Ya da bir tenha hüznü, kimsesiz bir portakalın akşam olma hali yani!.. Her şeyin kanadığı bir dünyada küçük bir blues tavrı!. Çocuklar parmak uçlarıyla yaşarlar çünkü!.. Şair Ali Ural’dan bahsediyorum!

…“uyku, hiçbir göze

çocuk gözüne yakıştığı kadar yakışmaz”…

Ali Ural’ın ilk kitabı “Körün Parmak Uçları”nı okuduğum zaman aklıma hemen “Ziya Osman Saba”nın şu dizesi geldi. “Çok şükür öleceğiz, ey ölüler dua edin biz yaşayanlar için.” İlk kitap zordur!.. Zaten derdi olanın da kimsesi olmadığından hep “karton valiz”ini yanında taşır!.. Şiirlerinde ayakoyunları varyete yok!.. Son derece yalın, sakin, ama bir şeyleri göstererek yazıyor!.. Sanki hep yağmurun kırbacını yemiş, bu şairin her yanı bir serencam! Yani cam gibi bir adam işte!.. Turgut Uyar’ın “Arabistan”ında epeyi dolaşmış, Necatigil’in sükut deryasında boğulmamış, sanki Ali Ural evlerin içine bile yağan bir yağmurun şairi… Çünkü onun için:

“bir dağı baştan çıkarmak zor değil”

İlk kitap önemlidir, bunu herkes zulasına yerleştirir, sonra hep o mermeri yontmaya başlarız! Yeni bir kitaba geçmek için ne ruhlar küstürür şair, artık orasını bilemeyiz! Ama ilk kitaptan sonra yazılan her şiir korkunç gelir adama!.. Eski arkadaşlarımız, eski gövdemiz, eski zamanlarımız bize eskisi gibi yüz vermez, olsun, şiir yazılacaktır ve belki de “kan tadı gelecektir bir yudum aldığımız kahvemizden!..”

… “bir elmadan ödünç aldım nar kokusunu

lale devri değil, bu lal devriydi

balık sandım oltama takılan yosunu”…

Ufukta sonsuzluk gözüküyor, ya da birimizin kanatsız meleği, ah o saflığı çığlığın, kime inansam adresini terk ediyor, yani hep bir şaşkınlık hep bir vurgun hep bir vahşet halinde kapısına dayanıyoruz şiirin!..

Bu çöl sürgünü, rüzgâr kuşu, bir ormanın can çekişmesi; şair Ali Ural yaralı bir geyiğin ruhunda yaşıyor!.. Ben hep gemilerde bir orman gördüm, ormanda mavinin nefes nefese kaldığını!.. Ve elbette biliyorum Allah’ın kalbinden binlerce rüya havalanıyor, hepimizin sahici bir sonsuzu olsun diye, ne diyeyim burası çilekeş güller şehri!.. Burada önce gözlerimiz oyuluyor!..

“Pikesinden tanıyorum uçağı

meleği ele veriyor başındaki tuğrası

ben farkettim, bir de babam

söylemiyoruz kimseye”

Hep bir skandal hayatımız!.. Dibe vuruyoruz farkında mıyız! Puntomuz belli!.. Rezistansımızda değişiklik yok! Bir yanımız nazenin, bir yanımız sözün üstünde!.. Üstümüzde ipek kokusu, benim panik atak günlerimi kim yatıştırabilir? Bir mum ancak böyle eriyebilir!.. Yokluğumuzun ustaları, hiçbir halleri hayata sığmaz çünkü! Hayat en büyük usta çünkü!..

“bir göl nasıl uyandırılır bilmem

neresine dokunulur

bir taş atsam korkup sıçrar mı

bilmem bir göl nasıl uyandırılır”

Ben içinden Ali geçen bütün şiirleri, sözün yarasına oturtup vicdan kokusunun alnından öpmüşümdür! Hangi yalnızlığıma dönsem oradan medet umuyorum: Benim Haydar’ la Ali arasında gün yüzü görmeyen güneşim annesizdir!.. Birkaç ay kırıntısı, birkaç kemik, azıcık bir dirim kalmışsa kapının dışında, elbette kalbimizden daha güzel ne olabilir? Ey şiirimizin annesi hayat, keşke böyle narin olmasaydın?..

“bir günah işle ve onu öldür

geçmeden bir deniz kenarından

bir günah işle ve onu öldür

takmadan köpüklerini peşine

ahtapotları, denizatları ve yıldızlarıyla

mürekkep balıklarını kurutmadan gidişi

bir günah işle ve onu öldür”

Cumhuriyet Kitap Eki, Temmuz 1999         

Site Altbilgisi