AY TİRADI – Muhlise Altundal

A. Ali Ural’ın son kitabı Ay Tiradı, tek kişilik bir gösteri kadar sarsıyor insanı. Sahnede bir başına olmak, herkesin dahil olduğu bir oyundan daha yorucudur. Bu yüzdendir kişinin zorlanması. Bütün gözler üstündeyken ne kadar korkusuz olunabilir. Halbuki yanında başkaları varken oyunu kurallarına göre oynamak daha kolaydır.

Her şeyden uzakta olduğumuz bir yeri düşünelim; karanlığın en koyu olduğu noktada, neyle aydınlanır insan? Ay ışığı imdada yetişir. Belki de sinema perdesine yansıyan şekillerle projektör üstlenir bu görevi. Sahnede kimler yoktur ki;  Bazen Eliot çıkar karşımıza, bazen de Edmond Rostand, Cyrano De Bergerac’ı konuşturur. Başta onları gördüğümüz için şaşırsak da farkettirmemeye çalışırız. Çünkü önemli kişilere yaklaşırken insan her zaman dikkatli olmalı.

Kitap çeşitli başlıklarla zenginleştirilerek bir kroki gibi sunulmuş okura. Bu izler takip edildiğinde kitabın asıl vermek istedikleri daha kolay anlaşılabilir. Her ne kadar ara bölümler yeni başlangıçlar gibi görünse de, aslında yazıyı birbirine bağlayan dikişlerdir. Birisi yanlış giderse, diğer parçalar yeterince sağlam olamaz.

Yazarın “hatırlıyorum” diye başlaması manidar. Çünkü insan çabuk unutur ve hatırlayabildikleri, gerçek ve hayal arasında gidip gelen bir yanılsama sürecidir. Anıların, kokular ve seslerle hatırlanması, ilk başta garip ve kekremsi bir tat verir. Çünkü neyi çağrıştırdığı tam olarak bulunamaz. Kitap boyunca, kah bir şarkıda kah bir masalda bu tadı ararız.

” Ne az hatırlıyor insan,tıka basa dolu hafızasının kapısına her sabah yeni bir asma kilit takıyor. Salkım salkım olgunlaşıyor kilitler. Fakat hiç kimse mevsimi gelmiştir diye koparmıyor onları.”

Selamlıyorum, Pişiyorum, Kaydediyorum, Çocuk rüyalarıyla arınıyorum… Her bir başlık kendine ayna tutan insanın projektöründen yansıyor kitaba. Sinema perdesine bakarken, rüya görmemizi sağlıyor Ali Ural. Çünkü rüyalar olmazsa sabahın bir kıymeti yoktur.

“Dünyada ölmeden önce görülecek şeylerin arasında çocuk rüyaları yok mu? Dünyanın yedi harikası arasında sayılmadığına bakmayın. Babil’in asma bahçeleri terazinin bir kefesinde, rüya bahçeleri diğer kefesinde. Asma bahçelerinin yüksekliğine kanmayın, hafif geldi terazide. Kral Nebukadnezar’ın ağaçları kurudu. Taraçalarında açan güllerin yerinde yeller esiyor. Mezopotamya Çölü’nün sahte cennetinden tek bir kubbe, tek bir sütun kalmadı. Çocuk rüyaları hala yemyeşil.”

Çocuk imgesi, neredeyse kitap boyunca dikkat çeken konuların en başında geliyor. Çünkü o, hikayenin, insan hayatının başlangıç noktasıdır. Bunu sıkça tekrarlamak öneminin pekiştirilmesi için gerekli.  Aslında her şeyin başı, çocuk üzerine kurgulanmalı ve şekillenmeli. Çünkü saf bakış açılarının, dünyamıza çok şey katacağı kesin. Yalanlarımızın peşine sığındığımız halde, onlar doğruyu ifade edecek cesareti yine çocukluk olmalarından alırlar. Yazar onları şöyle tanımlıyor; “Dünyanın yedi harikasını bir bir sayanlar çocuğu unuttu. Dünyanın tek harikasıydı halbuki.”

Çocuk büyüdükçe kardeşlik ön plana geçiyor elbette. İnsanları birbirlerine bağlayan en sıkı bağdır çünkü o. Yalnızca kan bağı değil, müslümanın birbirine karşı takındığı tavır olarak anlatılır kardeşlik. Kitapta her ne kadar Habil ve kabil örneği verilerek bir öldürme hikayesi sunulsa da bir sorgulamadır bu. Birbirlerine verecekleri zarar, ancak şeytan eliyle olabilir!

Kitap ilerledikçe yine tanıdıklarımıza rastlıyoruz. Mevlana kendimize bile söylemekten çekindiğimiz sırlarımızı döküyor ortaya. Bunu yüzümüze çarparak değil, “Gel ne olursan ol gel” derken takındığı ifadeyle yapıyor. “Pişiyorum” diyor yazar, Mevlana ile beraber pişiyorum… Goethe işte bu esnada giriyor sahneye. Belki de birbirlerini tanıyor ve aynı şeyleri farklı sözlerle dile getirmeye çalışıyorlar. Bunu hiçbir zaman öğrenemeyecek olmak canımızı sıkmıyor. Çünkü insan farklı dönemlerde de ortak şeyleri dile getirebiliyor.

Yazarın aynı zamanda şair olması, kitabın şiirsel anlatımında büyük etki sağlıyor. Bütün iyi yazarlar şairdir aslında! Her tekrar imgelerle beynimize çakılan çiviler gibi sarsıyor bu yüzden. Nihilizmin reddettiği bir çok inanç ve değer, bizleri beraber olmaya çağırıyor.  Bu çağrıya icabet edebilecek insanın önce benliğinden sıyrılması gerektiğini hatırlatmaya ihtiyaç var mı? En başından beri Ali Ural’ın yapmak istediği de tam bu noktada gösteriyor kendini. Aynada yüzüne bakmaya alışan insan, nasıl olur da yalnızlaşmaktan kurtulabilir ki!

 ” Bir insan başka bir insana dürbünle bakıyorsa uzaklaştığı içindir ondan, keskin nişancı olduğu için değil.”

 Alıntıları ve örneklendirmeleri ile zengin bir içeriğe sahip olan kitap, yazarın entelektüel birikimini de gözler önüne seriyor. Tıpkı son şiir kitabı Mara ve öteki şiirler gibi, bir ömrün bilgi ve tecrübesini Ay Tiradı’nda deneme olarak ortaya koyuyor Ali Ural. Nasıl sonlanacağını bildiğimiz oyunu kitap boyunca heyecanla izlerken, ümitlerimizin peşini bırakmamak gerektiğini de görüp rahatlıyoruz. Kitabı okuyup bitirsek de biliyoruz ki, ormanlarda ve uzayın derinliklerinde o yeşermeye devam edecek! Okunduğu halde filizlenme sürüyorsa, yaşamak için hala bir sebep var demektir. Ay tiradı yolunu kaybetmiş olanları ay ışığında yürüyüşe çıkarıyor. Yeter ki insan istesin.

Karabatak Dergisi, 49.Sayı, Mart- Nisan 2020

Site Altbilgisi