“Benden önceki söz sahiplerinin önünde eğildiğimi ancak onların portrelerini yazarak gösterebilirdim.” Ali URAL Şair Ali Ural, 2023 yılı sonlarında Şairin Şiirleri adındaki bir portre kitabıyla okuyucularıyla buluştu. Bir şairin sevdiği, önem verdiği şairlerle ilgili yazdığı bir kitap her bakımdan değerli ve ilgi çekici olmayı hak eder. Çünkü böylesi kitapla hem o şairin sevdiği, değerli bulduğu isimleri öğreniriz hem de kendi şirine dair yeni bakış açılarına sahip olabiliriz. Bu yüzden bu kitabın Ali Ural’ın geçen 2022’de çıkan Kana Karışan adlı toplu …
Yazar: A. Ali Ural
Klasik bir pazar gününüzü tarif eder misiniz? Günlerim fotoğraf ve muhteva olarak birbirine benzer. İş hukuku pazar gününü dinlenmeye ayırsa da bu armağanı kabul edecek zamanım olmaz. Rahmetli babam benden talep ettiği işi birkaç gün içinde yapacağımı söylediğimde, “Geç kalma asırlar geçmiş,” derdi. Kur’ân-ı Kerîm, Ashab-ı Kehf’in üç yüz dokuz sene uyuduğunu bildiriyor. Düşünebiliyor musunuz yüzlerce sene uyuduktan sonra yeni bir çağa gözlerinizi açıyorsunuz. Paranız geçmese de taze bakışlarınızla hayata yeniden katılma heyecanını taşıyorsunuz. Biz modern zamanın insanları her gece …
Tasannu edebiyatın en büyük düşmanıdır. Bir metin samimiyetini kaybettiğinde etkisini de kaybeder. Yapay zekâ şöyle dursun normal zekâ dahi yapaylığa meylettiğinde plastikleşir cümleler. Yazıyı değerli kılan şey teknik açıdan iyi olmasından çok bir ruhu olmasıdır. Yapay zekâ aklın sınırlı alanında faaliyet gösteriyor. Verilerle tahdit edilmiş bir akılsa eksik bir akıldır. Ne kadar gelişmiş olursa olsun yapay zekâ insanı geçemez. İnsan, kendini geçecek bir şey icat edemez çünkü. Kendi sınırlarını tam olarak keşfedememiş bir varlıktan bunu bekleyemeyiz. Sanatın insanı kendi sınırlarının ötesine …
Ziya Osman’ın “Şiirin beşeri olduğu nispette hafızalarda kalacağına inanırım.” hükmü hakkında ne dersiniz? Şiirin gücü samimiyetindedir. Onu kendi olmamak çürütür. Zorlama imgeler yapaylaştırır. Nazım Hikmet’in Orhan Kemal’in şiirlerini eleştirirken söylediği şu sözleri Ziya Osman’ın şiirin beşeri olması gerektiğine dair düşüncesiyle özdeşleştirebiliriz: “Samimiyetle duymadığınız şeyleri niçin yazıyorsunuz? Bakın, aklı başında bir insansınız… Duyduklarınızı, hiçbir zaman duyamayacağınız tarzda yazıp komikleşmekle kendi kendinize iftira ettiğinizin farkında değil misiniz?” Nitekim şiirinin masaya yatırıldığı o günü anlatırken Orhan Kemal, “…Taşkın hislerimi samimiyetle, insan gibi değil …
Kitapta adı geçen şairler, Türk edebiyatının kalbini oluşturan, temelini atan, harcını karan ve koyduğu tuğlalarla edebiyatımızı adım adım yükselten isimler. Öyle ki her birini yazarın gözüyle yeniden görüyor, hayatlarına dair belki de bugüne kadar hiç duymadığımız şeyler öğreniyor ve hafızalara kazınan mısralarıyla adeta bir şiir şöleni yaşıyoruz. İyi bir yazar tarafından yazılmış iyi bir kitabı okumanın keyfi başkadır. İyi bir şair tarafından yazılmış iyi bir kitabı okumanın keyfi ise bambaşkadır. Ali Ural’ı ilk olarak “Posta Kutusundaki Mızıka” kitabıyla tanımıştım. “Sevgili …
İlk baskısı 2017 yılında yapılan Mara ve Öteki Şiirler, şair A. Ali Ural’ın önemli şiir kitaplarından birisidir. ‘Mara’ ve ‘Öteki Şiirler’ olmak üzere iki bölümden oluşan eserde toplamda yirmi şiir yer almaktadır. ‘Mara’, Ali Ural’ın on bölümden oluşan en uzun şiiridir. Ali Ural, Mara’da okurlarına hem gerçek dünyanın, hem de gerçeğin dışında farklı bir dünyanın kapılarını açıyor. “Köklerini derine salmadın Mara uçup gidecek gibi yaşadın dağlarda” dizeleriyle başlayan ‘Mara’, hem dışa hem de içe doğru genişleyerek okuyucusunu kalbinden …
“Şairin Şairleri” isimli yeni bir kitabınız çıktı. Öncelikle hayırlara vesile olmasını dilerim hocam. Bu kitabı yazma fikri gönlünüze nasıl düştü? Şairler “rahatı kaçan ağaç”lardır, rüzgâr estikçe tohumlarını boy verdikleri topraklara saçan. Rahatsızlıksa bulaşıcıdır. Şiir tohumu toprağımıza karıştı mı meyvelerini verene kadar huzursuz eder bizi. Böylece eski şiirlerden yeni şiirler vücuda gelir. İlimde icazet var da şiirde yok mu! Şiir icazeti, bir ustanın bilgi ve tecrübesiyle yoğrulmanın mahsulü olarak elde edilebileceği gibi ustaların eserleriyle kurulan ruh ve marifet bağının göksel bir …
İzninizle ilk soruma bir röportajınızdan süzdüğüm şu şiirsel ifadenizle başlamak isterim: “Farklı türlerin elbiselerini giyseler de şiirden başka bir şey yazmadım. Şiir atından hiç inmedim.” Şairin şiir dışında yazdıkları da şiire dahil midir? Şiir bir kere kana karışmaya görsün hayatın her alanına nüfuz ediyor. Kral Midas’ın dokunduğu her şeyi altına çevirmesi gibi değil hayır. Midas’ta hayat hırsı vardı şairde hayat hassasiyeti var. Bu yüzden hayat hikayesi de yazdığı hikayeler de şiirle kaplanıyor. Denemelere gelince onlar bir iç konuşmadır zaten. Kendi …
Ayların en kıymetlisi olan ramazan-ı şerifi idrak ettik. Değerli Hocam, ramazan ve ramazan bayramları sizin muhayyilenizde, düşünce dünyanızda nasıl makes bulmakta, hangi yönleriyle öne çıkmaktadır? Ramazan, Kur’ân-ı Kerîm’in insanlığa armağan edildiği ay. Kur’ân şuuru ayı. Bizi şuurlu bir mümin olmaya davet eden otuz kutlu gün. Geçen ömrümüzü kalıcı kılmak, zayıflayan irademizi güçlendirmek, dağılan dikkatimizi toparlamak için bir tazelenme imkânı. Oruca bir “kalp yumuşatma eylemi” olarak da bakabiliriz belki. Zira kalp, yumuşamadan iyiliklere yönelemiyor. Bayrama gelince; nefis maratonunu tamamlayıp ipi göğüslemeye …
1. Türk şiirini iyi bilenler ve yakından takip edenler, bizde şiirin, lirizmden siyasi şiire doğru gelişim gösterdiğini fark edecektir. Buluştan sahiciliğe, soyuttan somuta, iç’ten dış’a, bireyden topluma doğru uzanan bir süreçten bahsediyorum. Bu sürecin en olgun hali ise, duygu ve düşünceyi birbirinden ayırmayan şairlerde çıkar karşımıza. Buradan bakınca, A. Ali Ural’ın kişisel şiir tarihinin de Türk şiirinin gelişimi ile paralellik gösterdiğini söyleyebiliriz. Bunu, geçtiğimiz yıl yayımlanan toplu şiirleri, Kana Karışan’ı kronolojik olarak okuyunca çok daha rahat anlayabiliriz. Körün Parmak Uçları’ndan, …
(Ali Ural’ın ‘Kâğıda Sarılı Rüzgâr’ı Üzerine Bir Değini ) Şair, bir bakıma uzun yola çıkmaya mahkûm bir kâhindir. O, diğer insanlara nazaran farklı bir gözle bakar hayata ve görünmeyeni görmeye çalışır. Yunan mitolojisindeki tanrılardan ateşi çalan Promete gibi insanlara yararlı olduğunun bilincindedir. Şair, geçmişin sicilini çıkarırken geleceğe ışık olan bir fenerdir aynı zamanda. Geleceği doğruya yakın bir şekilde öngörür. Gittikçe kötüleşen bir toplumda elindeki kelimelerle gerçeğin izini sürmeye çalışan şair, ne yaptığının bilincindedir. Öğlen sıcağında bir gölgelik, …
ŞİİRDE İYİLİK VE KÖTÜLÜK ESTETİKLERİ “İyilik estetiği” ve “kötülük estetiği”, her ikisinin de kendine göre bir sanat görüşü, her ikisinin de nitelikli-niteliksiz örnekleri var. Bu yüzden bir eser sırf iyiliği “anlatıyor” diye iyi, bir eser sırf kötülüğü anlatıyor diye kötü olmaz. Bu anlatımın nasıl yapıldığı konusu önemlidir. Eseri verirken ortaya konan ahlaki tutum eserle değil yazarla-şairle ilgilidir. Çünkü sanat eseri bir nesnedir, özne değildir; ahlak insan dışı bir varlık için -bir nesne için- ölçüt olamaz çünkü ahlak insanın meselesidir; ancak ortaya konan eserin yazarla …
1) Sizin biyografinizi ve hakkınızda yazılan bazı yazıları okuyunca şairliğinizin çocukluğunuzda itibaren başladığını fark ettim. Sahi çocukla şairlik arasında nasıl bir ilgi var? Her çocuk şairdir. Dünyayı olduğu gibi değil benzettiği gibi gördüğü için şairdir. Ağaç dalını ata, leğendeki suyu denize çevirmesi şiirdir çocuğun. Her çocuk şairdir. Dünyaya hayretle baktığı için şairdir. Hiçbir şey yoktur ki yeryüzünde çocuklar ona hayretle bakmasın. Boşalmış bir ilaç şişesine kaşıkçı elması gibi bakar çocuk hayretle, tahta üzerine çaktığı eğri büğrü çiviler bir anda futbol takımının …
Görselliğin günümüz sanatlarına etki gücü, bazen bizi geçmişte görselin kullanılmadığı zannına itebiliyor. Görselin oluşturduğu gücün yoğunluğu dolayısıyla, onu söz konusu etmeyi, zaten oldukça maruz kalınan bir şey olduğu için ihmal ediyoruz. Mezkur ihmal etme hususuna binaen bu yazıda, edebi eserlerdeki/kitaplardaki görsel kullanımını, A.Ali Ural’ın son kitabı Kâğıda Sarılı Rüzgâr bağlamında ele alacağız. İnsanın tabiatı itibariyle tezyine/süslemeye temayülü vardır. İnsanlar olarak bizler, her şeyimizi yaptığımız gibi kitaplarımızı da çok eski tarihlerden bu yana süslüyoruz. Bu bağlamda tezhip sanatını kitap süslemelerinin örneklerinden …
Rimbaud, bundan 150 yıl önce Izambard’a gönderdiği ilk mektubunda “Ben bir başkasıdır” diye yazar. Yunus Emre’nin çok daha önce “Bir ben vardır bende, benden içeru” demesinin bir benzeridir bu. Rimbaud’nun içindeki bir başka “ben”i haber veren bu tespit bir üst boyuta yükselerek kâhinliğe ulaşan şairin ruh durumunu imgeler. Bu nedenle Rimbaud’nun şiiri de bir başka şiirdir. Onunki döneminin şairlerini sarsan, nesneleri hatta harfleri/renkleri konuşturan sıra dışı bir şiirdir. Adeta bir yalvaç gibi henüz bilinmeyeni, görülmeyeni, duyulmayanı bildiren, ötelerden haber veren …
Alain de Botton, seyahat fikrini ve doğrudan seyahati de sanat olarak tarif ediyor. Eugenio Borgna ise “Her kapalı kurumda can sıkıntısı tehlikesi gizlidir,” diyerek, seyahatin önemini vurguluyor sanat ve yaratıcılık noktasında. Peki, sizin nezdinizde seyahat nedir? Seyahat ve şiir/edebiyat nerede buluşur; nereye varırlar birlikte? Seyahat insanın kendini ve yaşadığı beldeyi tazeleme vasıtasıdır. Bir katarakt ameliyatıdır alışkanlığın perdesini gözlerden alan. Emanet bıraktığınız heyecanı iade eden bir rehinci dükkânıdır. Sevdiklerinizi yeniden sevmenizi sağlayan bir özlem iksiridir. Kendine yeni bir gözle baktırıp neşelendiren …
Bir şiir okuyucusunun Ali Ural’ın şiir kitaplarını eline aldığında dikkatini çekecek olan ilk şey, kitapların ismi olsa gerektir. Çünkü Ali Ural, kitaplarına ad verme konusunda en az kitapların içerikleri kadar titizlik gösteren usta bir şair. Ali Ural’ın kitaplarının ismi okuyucuyu kendine çeken, içeriğiyle ilgili bir giz oluşturan, temsil gücü yüksek, imajinatif / kışkırtıcı başlıklardır: Körün Parmak Uçları, Kuduz Aşısı, Gizli Buzlanma, Mara ve Öteki Şiirler, Kâğıda Sarılı Rüzgâr. Görüldüğü üzere isimlerin hepsi, şiirin ayağını yerden kesmeden ona imgesel bir kanat …
Şiirler Toplanmış, Toplanma Yeri Kanda? Hasan Akay1 A. Ali Ural, her eseriyle anlamlı “çıkış” gerçekleştirebilen bir şair. Bu “çıkış”, poetik huruçtan ziyade semantik urûç hareketidir ve o bakımdan metnin nüfuz alanını olabildiğince genişletmektedir. Onun -artık bir külliyata kavuşmuş olan- “söz”lerinde bu bakımdan öz, yüze çıkmaktadır. A. Ali Ural şiirinin özü, baş sözünde, başlığında, ocak başında saklıdır. Şiirdeki “şiir”in yeri de bu yüzden baş üstündedir. Baş mevkiinde gözükmektedir. “Ad urma”nın estetiğine son derece uygun düşen bu durum, onda sözün öze ilişkin …
Ali Ural’ın 1998’de Körün Parmak Uçları adlı şiir kitabıyla başlayıp 2022’de Kâğıda Sarılı Rüzgâr adlı şiir kitabıyla devam eden yazı emeği, “kale içi, kale, dış surlar” metaforuyla anlaşılabilir. Kale içini şiirler oluşturur. Kalede öyküler, şehrin çeperini oluşturan dış çerçevede ise denemeler vardır. Ural’ın dünyasında, şiirin bütün diğer türlerin kaynağını teşkil ettiğini, denemenin ise bu kaynaktan dış dünyaya salındığını söyleyebiliriz. Şiirler içe doğru, denemeler dışa doğru. Şiirler kapatarak, denemeler açarak… Peki bu durumda öykülere ne denecek? Bence öykülerini denemeleriyle şiirleri arasında, …
Söz mü önceydi, varlık mı? Ne diyebiliriz? Söylenecek şeyler bilinmezi büyütmekten başka bir işe yarar mı? İnsan bir gurbetin, bir garabetin içindedir; her şey insanın dışında olupbitti. Bilinmezin içinde bir kayıptadır insan, hakikat onun gıyabında gerçekleşmiştir. Hakikat gaybtır, insanın gıyabındadır. Burada, bu olmaklığın içinde kayıptadır insan.Aynının peşinde bir başkalığın içindedir insan. Kendisinin de dışındadır, bu sebeple kendini de bulması, bilmesi gerekir. Başkalık bir olmazlıktır, kendi olmazlık. Şu hâlde insan nedir, nerededir?Hiç tereddütsüz “Buradayım!” diye seslenebilmeli insan, heyecanla zıplayarak. “Buradayım hey, …
Edebiyatın derdi insandır. İnsanın ruhu… En kalabalık ve en yorgun şehirlerinden, en ıssız ve en kimsesiz sokaklarına kadar, onun her yerini karış karış dolaşmaktır edebiyatın derdi. Elindeki haritaya ve önüne çıkan işaretlere bakarak yol almaya çalışan bir hazine avcısı gibi ruhunun derinliklerine gömülen ne varsa, ona ulaşmak ister. İnsanı insana göstermektir çünkü derdi. İnsana kendini göstermek…Fenerini yakıp yıllardır insanın peşinden giden; onun mimiklerinden, düşüncelerinden, adımlarından, öfkelerinden, aşklarından, rüyalarından nice hazineler çıkaran ve sonunda hepsini iki kapağın arasına sırlayarak insanlığın önüne …
ama gidemezsin yaz sonbahar elini ovuşturup dururkenşen şakrak bir zakkum dümbeleğiyle inletirken geceyiiğne yapraklarını yağdırır saçlarımıza ince ayaklarıdırkırılır çıt diye çamların arasında ağustos böcekleri arabaların gümbürtüsünden kaçarken düştün adayapromosyon olarak tam yedi buçuk köpek verdileryarım köpek bir yavruydu ısırmasını bilmeyenhavlamasını bilen fakat korkutan perileri ama gidemezsin yaz oturacaksın vakit gelmedieşyalarını toplaman heyhat bir ömür sürerbavula sığmaz denk yapsan bir koca bahçesararır şaşkın iplerin arasında aşk günleri parlak görünse de ay islidir bu yolculukhattatların parmak izleri kalır üstündebir vav ilişseydi kulaklarında …
1962 yılının Nisan ayında, Kocamustafapaşa’da “Unutman Apartmanı”ndayız. Kâğıda Sarılı Rüzgâr’ın şairi, rüzgârla sallanan eski bir apartmanda çevresindeki her nesneyi oyununa katıyor. Balkon kapısının camı rüzgârda çarparak tuz buz olmuş. O artık bir muhteşem bir at. Camın terk ettiği boşluğa yerleşen çocuk, ablasının bebeğini de alıyor yanına. Unutman Apartmanı’nda atı kamçılarken unutuyor dünyayı. Bebeğin porselen olduğunu da. Belki de bilmiyordu porselen bebeğin yere düştüğünde kırılacağını. Annesi attan indiriyor çocuğu. Fakat üstünden kaç yıl geçerse geçsin şiir atından inmiyor A. Ali Ural. …
-“Başlangıç”a gitmek istiyorum. Şiire ilginiz, Mavera’da ilk şiirinizin yayımlanması, Körün Parmak Uçları’nın ilk adımları ve Şule Yayınları. İlk şiiriniz 1982’de Mavera’da yayımlandı ama ilk kitabınız Körün Parmak Uçları’nın yayımlanması 1998’de. Bu uzun bir süre, hazırlığınız neydi?-Dokuz yaşından beri şiir yazıyorum. Mavera buzdağının görünen kısmı. Şiire başlama tarihim değil. Bilgim dâhilinde olmasa da birkaç şiirimin Cahit Zarifoğlu’na ulaşma ve birinin yayımlanma tarihi. Körün Parmak Uçları ilk şiir kitabım evet fakat ondan önce yayımlamadığım birkaç defter şiirim var. Bu, bazı kitapların bizzat …
Ali Ural’ın dünyasında Sezai Karakoç ne ifade ediyor? Sezai Karakoç mısralarıdır âb-ı hayatı modern Türk şiirinin. On üç sağnak yağmurla toprağa toprak olduğunu hatırlatmıştır, şiire şiir olduğunu. Bahar sağnağı, ateş sağnağı, gölge sağnağı, geometri sağnağı, akış sağnağı ki bu sağnak “Geceleyin âbıhayat için millet yolculuğu”dur aynı zamanda. Dirilişi hayatın bütün alanlarına ark ark taşımaktır. Sağanaklar böyle devam eder on üç şiir kitabı boyunca.“Dosta düşmana karşı bir iyi konuş”muştur. Tutunacağı yeri bilmiştir çünkü. Dahası tutunsun diye şairler maziye, yeniler alıp satmıştır …
A. Ali Ural beşinci şiir kitabı Kâğıda Sarılı Rüzgâr’la, yılgın ruhlarımızı “yürüyüş kararı”na çağırıyor. “Bir salkım anahtar”ı sallayarak yapıyor bunu. Şair, havada çevirip sırtını yere getiriyor ölümün. Şiiriyle meydan okuyor kaçak dövüşenlere. Şiiriyle Akif’in namlusunu zalime doğrultuyor. Ne kalbi tekliyor ne de tüfeği. Bilen bilir, o ilk mısraından beri cephede ter döküyor. Kuduz Aşısı, Körün Parmak Uçları, Gizli Buzlanma, Mara ve Öteki Şiirler’den sonra Kâğıda Sarılı Rüzgâr da cephede yerini aldı. Duruşu olmayanın şiiri de olmaz, diyen şairin yeni kitabında …
A. Ali Ural’ın, şiirin her dem yeniden gelişini işaretleyen kitabı “Kâğıda Sarılı Rüzgâr”a kendi özünden mahcup bir güzelleme… Duyabiliyor musunuz? Tek yapmanız gereken şairi dinlemek. Kulağınızla değil kalbinizle, kalbi olan işitebilir. Üstelik tarçınlı şiir bu, burnun iyi koku alması gerekir. Şiiri, Kâğıda Sarılı Rüzgâr’ı her yerde, her anda işitebilirsiniz. Şiiri bundan daha güzel ne anlatabilir: Kâğıda Sarılı Rüzgâr. Evrenin ruhudur rüzgâr, âlemlerin rahmet nefesidir. Rahmet nefesini soluyarak sürdürüyor on sekiz bin âlem varlığını. Varlığın, rahmet nefesini soluyarak yaptığı hayat dolu …
Göze A. Ali Ural hakkında, uzun süredir her eseriyle bir veçhesini ele aldığı büyük bir sözü tamamlamaya gayret ettiği, bir tavrı göstermeye çalıştığı söylenebilir. “Bu zaten şairin görevi,” diyebilir miyiz? Şair sezgileriyle önceden gören, fark eden, işaret edendir çoğu zaman. O, farklı bakış açısıyla, birikimiyle, eleştirisiyle öne çıkar. Kimi zaman da unutulanı, külleneni, değeri eksilmese de ortada olmayanı tekrar ortaya çıkarır, gündeme taşır. A. Ali Ural da bunu beşinci kez yapıyor Kâğıda Sarılı Rüzgâr’la. Daha önceki şiir kitaplarında da şiirlerin …
Mutlak’ın örselendiği modernitenin çıkış noktalarından biri de bilgiye ulaşmadaki dolaylılığın çeşitlenmesi ve hakikate varacak yolcunun mesafesinin uzamasına bir katkı olsun yapabilmesidir. Ama gözden kaçan bir şey var ki o da yolculuk ne kadar uzasa uzasın mesafeleri seyre dalan şairin varlığıdır! Şair, artık çöllerde yitip giden biri olmayacak kadar temkinli bir duruşu beraberinde getiren sestir. O halde şiiri bir temkin aracı olarak görmenin sakıncası yoktur. Uzaklara yahut kurbağalara bakmaktan usanmış bir şairin görecek keskinlikteki gözünün gördüklerini aktarması da tam da bu …
A.Ali Ural: Şiir Yaşanılanı Güncellediğinde Şiir Oluyor Kâğıda Sarılı Rüzgâr… Geçici gibi gözüken fakat her zaman var olan “rüzgâr” kelimesiyle isimlendirmişsiniz kitabınızı. Büyük binalar arasındaki rüzgâr hâlâ şiire ait mi? Yalnız rüzgârlar değil büyük binalar da şiire dahil. “Gizli Buzlanma”daki bir şiirimin ilk mısraı: “acemi şairim gökdelenin elli ikinci katında göğe bakmak zor gelir”. Şiir sahip olduklarımızdan çok mahrum olduklarımızdan doğuyor. Betona rağmen baharın coşkusunu duyabiliyorsanız bu gerilim şiirinizin enerjisi olabilir. Tolstoy’un Diriliş romanının giriş cümlesini hatırlayalım: “Yüz binlerce insan …
A.Ali Ural: Gerçek Şairler Maskesiz ve Mesafesizdir Beş yıl aradan sonra çıkan yeni şiir kitabınız “Kâğıda Sarılı Rüzgâr” hayırlı olsun. Yaklaşık beş-yedi yıl aralıklarla çıkartıyorsunuz şiir kitaplarınızı. Nasıl demleniyor şiirleriniz? Demlemekle yazdıktan sonra beklemeyi kastediyor olmalısınız. Oysa ben yazmadan bekliyorum. Şiir, beklerken kapımızı çalmaz. Kapı çalana kadar biz onu harf harf damıtırız hayattan. Görerek, işiterek, dokunarak, koklayarak ve tadarak. Yetmez sezerek, hayal ederek ve hafızamızda biriktirerek. Düşündüğümüz her şeyi söylemek gücümüz dahilinde değildir. Bu yüzden armağan biliriz söz nasibimizi. Nimet …
A.Ali Ural: Edebiyat bir keşif gemisi, edebiyat bir dürbün, edebiyat bir büyüteç; yakınlaştırıyor ve yavaşlatıyor. Yavaşlatarak görmediğimizi, gözümüzden kaçanları göz önüne getiriyor. Hocam öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. İlk soruyla başlayayım: Edebiyat olmasaydı Ali Ural kim olurdu? Yahut şöyle sorayım Ali Ural yazmasaydı nasıl bir hüviyete sahip olurdu? Bir kader sorusu soruyorsunuz. İnsan ne olacağını henüz keşfetmiş değil. Yani bir gün sonrası hakkında bir kanaat sahibi olamayız. Hava durumunu bile belirlemek insanın kendi geleceğine ait bir şey belirlemesinden …
Yayıncılık geçmişiniz bağlamında sizi tanıyabilir miyiz? 1987 yılında Çağrı Yayınları’nda editör olarak işe başladım. 1990’da Şule Yayınları’nı kurdum. 32 yıldır Şule Yayınları’nın sahibi ve genel yayın yönetmeniyim. Şimdiye kadar sekiz yüze yakın kitap ve Merdiven Sanat, Kitaphaber, Merdiven Şiir ve Karabatak adlı dört dergi yayımladım. Yayınevinizin bir kurulma hikayesi var mıdır? Şule, yayıncılıkta nasıl bir boşluk gördü ve neye talip oldu? Babam Kemal Ural, 1962 yılında Şule isimli bir dergi çıkarmış ancak dergi maddi imkansızlıklardan ötürü sadece sekiz sayı çıkabilmişti. …
Diyanet Dergisi: Her zaman tartışılan bir konudur. Çok fazla kitabı seri şekilde okumak mı daha iyidir, yoksa az kitabı dikkatle, döne döne okumak mı? Kendi okumalarınızdan hareketle siz bu soruya nasıl cevap verirsiniz? A. Ali Ural: Neyi nasıl okuyacağımızı bilmeden önümüze çıkan her kitaba sarılmak bizi talihsiz kazazedeler gibi kıyıdan uzaklaştıracak. “Okuma”fiili dünyamızda neye tekabül ediyor? Okurken kimiz, okumaktan muradımız nedir, okuma sonunda elde ettiklerimiz ya da kaybettiklerimiz nelerdir? Ne okuyoruz ve okuma biçimimiz okuduklarımızı nasıl değiştiriyor? “Alımlama estetiği”nin, anlamın …
bitkisel hayata girdin izin vermediler ölmenedallarını bağışladı çınar uyuşmadı kandeli nar ben seni bağışlamadımcam kırıklarıyla doldurdukça bahçemi ışık sızmasın diye bürünsen de kaftanına yırtılacakyakutların kurtlandı uluyan bir kuyumcusun sendervişler can verdi kanlı sahrandaeşkıyalar şarabınla sarhoş bir kurumuş dal diktiler yanınatutsun delilik büyüyüp cinnet olsunseni kurşuna dizdiler haberin yokbir ben biliyorum yaşıyorsunkıpkırmızı mermilerle karnında A. Ali Ural …
ertelenen bir kardır deli gömleği giydiriyorsa pencereneertelenen bir elmadır soyarken kesiyorsan eliniköpeğin kesik kesik soluyorsa dünküdür ağzındaki gazeteertelenen sütünde batmıştır mülteci teknelerikıyısı tekin olmaz ertelenen yumakla oynayan kedinin hatıra biriktiriyordun yakaladım seni trallallaher gün bir sarı lira atıyordun kumbaranagüneşin ertelendiğini fark etmeseydi günebakanşemsi beklerdi başını döndürmek için doğuya şamdanları da vermiştim koy çuvalına trallallakristal avizeyi gümüş çaydanlığı pirinç vazoyubir ses duymak istediğinde salla duyacaksınşıkır şıkır ıslanacaksın trallalla şemsiyeni unuttun içinden hiçbir şey çıkmayacak kırdığındabir şey çıkacak kırdığında içindenerteleyemediğin bir şeytrallalla …
her sabah yıkılıp her gece inşa edilenbu kaçak iskelede sengörünüp kaybolurken yemler görünüpkayboluyor bir şamandıra görünüpsakın ekmekle gizlenmiş kancalardan her sabah yıkılıp her gece inşa edilenbu kaçak iskelede sengörünüp kaybolurken gemiler görünüpkayboluyor bir iskele görünüpdalgalar kayboluyor görünüpseni ancak bir facia kurtarabilir moğollar kara veba çekirge sürüleriduyulmadık bir marşı taşırarak dudaklarındanbağışlanmamış aşklar adına gemi azıya alarakdeniz görmemiş vandalların neşesiyle yosunlu ayaklara doğrusırt sırta el ele diz dize omuz omuzasıçrayacakmış gibi değil sıçrayarakkambur çekirgelerin yayındankırbaçlayarak çürüyen halatlarıyla çatlayana kadar ahşapyürüsün diye açlık …
git bana yağmur sesi almarketin rafında en alt kattaüstünde doğal yağmur sesi yazacaknatural rain sounds, okyanus da varocean yazıyor üstünde oooşın diye okunurokumayı söken dalgalar vurmadan buzlu camlarabir şey al üstüne çünkü üşütürüstünde bir şey yazmayan yağmurlar okyanusla yağmur arasından bağırıyorumgit bana çabuk duymazsan çölüm yanarcan çekişirken bataklığında sesleruçak maskeleri gibi kulaklıklar art ardadüşüyor art arda yağmur taneleri gibigibiyle benzetmelerden hoşlanmamhoşlanmam kurcalamasın kimsecd oyuncusunun çekmecesini eller yukarı su tabancasıyla yukarı ellerboşalt kasayı kaç ırmak çaldığını biliyoruzaç ve kitle ağır ağır …
on kuru dal çırpınacak rüzgar kesilse de boşluktaezilmiş küçük harfler her taşın altında yorgunlukbu çiçekler solmuyor kopardın on parmakla halbukioyunu başlatana düşer perdeyi çekmek on kara kış çırpınırken bakmayacaksın ellerine şaşırırsınon yılkı atı say açlıktan koşan on yılkı atı on parmak değilbiledim kayalara sürterek döküldü kıvılcımlar tırnaklarımdanöldürmüştür kim kavrarsa on parmakla hançerini işaret parmağı A üzerine küçük parmak Y üzerine kitaba el basarımbembeyaz çatılardan dökülen kargalarla doldurdum gömleğimion parmağımda on kuş yenilgiyi kabul edenin alnını karışlarımhızla geçen trende kimin parmağı …
bir göl nasıl uyandırılır bilmemneresine dokunulurbir taş atsam korkup sıçrar mıbilmem bir göl nasıl uyandırılır düş mü görür kâbus muacaba saati mibelki derindir uykusubalıkları kırılır bir göl nasıl uyandırılır bilmembeni karşısında görmek ister mirüzgâr eğmişse kaşlarınıkapısı mı vurulur yorgunsa nasıl kıyılırbir göl nasıl uyandırılır A. Ali Ural …
dört kat elbise değiştirdin bombiks morine tığ gibiydin, ne tığın vardıdokunmadan anlamak halis ipeğidokununca herkes anlardı fakat yalnızdın bombiks moriâhın kararttı kozanıkeşke söyleseydileryaprağın ipek olacağını tüccarlar, makaslar, kumaş toplarıbıktın mı duttanhint portakalı mı çekti canınbombiks morikazanlar kaynarken yandı mı canınbedestende kelebek bulutları sana yasak bombiks morigiyemezsin sen ipeği sana yasak bombiks mori halkalar arasında kara kurdelemakas kes hadikavrulan kelebeği A. Ali Ural …
bu adam ölmüşnefesi kendi nefesi değilgöğsünün dalgalanmasınarin bir kayığı yüzdürdüğündennabzı mı, böcek seslerisiz bir çarşaf getirin hemen bu adam ölmüşgözlerinin feri gitmemiş mi, gitmezeski bir rüyayı görüyordudakları mı kıpırdıyorhayır söylemez bu adam ölmüşrengi solmamış mı, beyaza küsyaşları mı kumsalı yakansunî teneffüs bulduğunuz ilk martıyı kalbine sürünbu adam ölmüşgötürün! A. Ali Ural …
ah bu koku bu sarhoş eden kertenkeleyi kaya dibindekurumuş balıkları ipte parlatan yoğurt çıkınlarından damlatan suyu ah bu korkubu delirtip ayçiçeklerini gece sarı yüzleri koparan yastığından ah bu sabahbu bahçe yüklü arabaları yola düşürüpyüzülmüş derileri yoldan çıkaran pazar; ağaçların biberden kolyeleripazar; kumaş toplarıyla açılan uykupazar; çömleklerin ağulu reçelleripazar; yanan tezgâh ve asma soğukluğu altın toprakta, gümüş eritilmedigüneş abandı çürük tenteyeyılanın zehri yaradan emilmedibal alıyor adam yılan derileriyle ihtişamla parlıyor çuvallarda hurmalarbalıkçı satıyor ağını bedeviye bir kahraman kılıcını suyla takas ediyorbirbirine dönüşüyor eşya bu garip yerde bu …
valizimi hazırlamama yardım etkollarından çekiyorlar saatinkollarımdan çekiyorlarbekçi elini düdüğüne götürüyoryardım etşimdi şimdi çocukların üzerini açtığı vakittirparmak uçlarıma basarakyandırmadan örtsem onlarıuyku, hiçbir gözeçocuk gözüne yakıştığı kadar yakışmazuykubana da yakışır mı? valizimi hazırlamama yardım etkelimeleri sol tarafa koysöylenmemiş olanları, yürünmemiş yolların yanınakollarını mavi gömleğimin boynunaayrı ayrı koy güneşli günlerle karlı günlerikarıştırma valizimi hazırlamama yardım etsağ köşeye biblolarımı koytahtadan, camdan, tenekeden biblolarımıharcamadığım demir paramı, deniz kabuklarımıyolluk olarak bir elma, bir dilim portakalbir hırka da koy belki üşürüm yolda valizimi hazırlamama yardım etkollarından çekiyorlar …
cinayeti üstüne yıkarlar diye mi cesede yaklaşmıyorsunçığrışan kuşlar korkuturken ölüyü, korkutmasa dane tarakta kalan saçlar, ne yastıkta kalan uykunkaraltın örtse de ağzının köpüğünübir anıt gibi dikilsen de uzaktakaçmasan da yakalanmamak içinbiliyorumseri cinayetler işledin. okunaksız ölüler bıraktın sahillerdekargacık burgacık gözler, akbaba tüyleriyle yazılanbirazdan güneş kapıma dayanacakseni ihbar etmemem içinayaklarıma değilyüzüme kapan! yüzüme kapan ki ordabir yıldız bile yeterken başını döndürmeyebaşedemeyen koca bir gökyüzüylebir deniz var sudan korkan. sudan korkan ve köpüren ağzıylaöperken öldüren teknelerisudan korkan ve ısırırkenbırakan süt beyaz dişlerinisudan korkan …
ıslak kanatlarını açarak güneşi bekleyen kara kuşa bakkırılmış dalgalara karşı dalgakıranda tüneyen sarhoşa bakkömürden kollarını uzatıp çekiyor bulutun yakasındantam yırtarken gömleğini bir örümcek iniyor da arkasındanyükleyip sırtına güneşin küllerini uçuruyorbir örümcektüylerinin içinde bir rozet kadar sıcak bu homurtuyu ancak dik duran bir avcı çıkarabilirbu belâlı harcı kancalı bir gaga karabilirşamandıralar kopmuş kim açabilirkapanan gökten zinciri bırak kanadından bir tüy koparttı ve onu büyüttübir tüy daha koparttı ve sonra bir tüydeniz yılanlarından sağdı bu sütüservi köklerinde bir karabatak aklın sınırında vurulan …
Güneşin ölümünü seyret göğsünde doğsun madalyailk kez boyna takılan ay zincirin ucunda çağıldasınkızıl ve kara köpeklerini salmadan rulet seremoni! üç katlı binaçalgısız düğüne davet alt kattakiler pencerelerine demir taktırıyororta kattakiler perdelerini çekiyor üst kattakiler balkondan bakıyorlar bir kelimeyi bölen atlar harfleri sürüklüyor ipin ucunda. Kiremitleri uçurup kuşları yerinde bırakan sükûnkemendini suya atıp kendi akan sükûn bize de uğra sarılmayı filmlerde gördük, hiç öpülmedik uykudaey sessizlik hangi kırbaçtan korkun! Çakal yağmuru başlayacak eriyince madalyayağmuru ödül sanan salyangozlarsırtlanacak gümüş tabutlarınıbu çatırtı! bu sürüngen ölüm kaldırımlardayağmur sanarak sokağa fırlayaneli …
Pencere sen aç beniDumanların bacalarını seyret, duvarların bahçelerini, gölgelerin ağaçlarını asma taşıyıcılara yükle çok eğrili kabuklar topla denizdenağlarında yıldızlar çırpına çırpına ölsünkemerler bağla, perdeler çek ne ağır gökyüzü!Katlanmış plaklarda yarısını çalarken şarkınınmakaslarla kesilmiş kubbelere sor ağırlık neymişgöz kapaklarıyla saymak can levhalarını.Pencere sen aç beniBir ormandan ancak bir ev yapabilirimbir dağdan duvar yalnız. Her şeyi çizmişler ben siliyorumBu sokak çok aydınlık bir lamba yeterBu dudakların söyleyeceği yok silinsinlerDev çanaklarda ziftlenen köpekler çatılardan dökülsünMahkûm firar etsin, yemin etsin parmaklıklar üstüne Ah! Sesleri …
yedi çift ayakkabım var ve nereye gideceğimi bilemiyorum bilemiyorum kadranın altında ne var bir çift eli olan mimar bana bir yol yap, bir kasaba bir şey yapma bana mimar. Ben yapmadım -herkes bakıyor bana- ellerimi kırıyor apartmanlar ben yapmadım camları çocuklar kırdı kendiliğinden büyüdü otlar. yedi çift ayakkabım var ve nereye gideceğimi bilemiyorum bilemiyorum köprünün altında ne var adım atmak için iki ayak ha köprü yürüyünce ölüyor mimar. ne kadar oda gömdünüz mezarlığa pirinç karyolalı ne kadar oda kanlı bileklerle …
Bir kalbi açmaktan daha tehlikeli bir şey Bir kalbin çeperlerine dokunmaktan daha tehlikeli Bir kalbe kulağını dayamaktır, işitmeyen kulağını İnsan insanın kalbine dokunamazdı Nerede zemzem ırmaklarını akıtmak oraya Yolculuğun şartı, yıkanmış bir kalp Merdivenin şartı, melekli bir gece Gecenin şartı, yıldızlar arasında bir burak Başkasına parlamazdı her sokakta bir parça ay Serilmezdi başkasına her tezgâhta ipek bir şal Kara fötr şapkalı adamlar dolaşsın diye değil Beytülmakdis’in sokaklarında susatsın diye değil Cennet vadilerinden süt, yıldız salkımlarından şarap Nasıl beklerse bir melek öyle bekliyor Alnının değdiği toprak bire bin versin bekliyor Dağlar kızıl kelebekler uçuşmadan bekliyor Günebakanlar eğsin başını, güneş secdede bal İki rekât iki âlem, iki kap iki âlem Merdiven kaç basamak, bekliyor. Sütü seçtin incir denizleri dalgalandı, hu Allah Şaraba tuz atıp sirkeye bandın, hu Allah Semalar divanda, nebiler el pençe, hu Allah Âdem, İsa, Yusuf, İdris, Harun, Musa, İbrahim Selam, selam üstüne serveriyle aşkın, hu Allah Dinle kalemlerin sesi geliyor yürüdükçe kâğıtta. Tekbir getirmeye görsün Muhammed Mustafa Tekbir getirir yer gök ay bir kez daha bölünür Enbiya saf tutar, nur kesilir Mescid-i Aksa Taş olsa da hissiz kalmaz gitmek ister peşinden Dur demese, O’nunla birlikte yükselecekti Ya ben, boşluktaki ben, ey sahra-i muallak A. Ali Ural …
aynı gökyüzünün altında olduğunu düşünmek her şeyin ne kadar kardeş yapabilir bizi ne kadar boy ölçüşebilir ağaçlarla oduncu yemyeşil mızraklar yağarken üstüne baltasından biraz daha uzundur yalnız uykusuz gözlerinden öpüyorum atların uykusuz gözlerde öpülecek bir yer var bir yer var kıvılcımlar ekilen toprağa meleklere açık meydanlarda bir yer biraz uzakta yalnız Allah’ım ne küstah bu şairler avutamayınca kelimeleri kelimelerle avunuyorlar hışırdıyor perde fakat nerede ışık kâğıtları getir uçak yapacağım onlardan hepsi bu kadar yağmurluklarıyla uyuyanlara saygı göstermeli bu gece alçalmaya …
I. kar yağmıyorsa sandalyen çıplak yanaşmamış omzuna ağaçlar serçeler kaynamaya başlamamış gözlerin hazır değil karşılamaya II. rahatsız etmemiş yaşamak rahatlığı kristal kürende bulut tortusu istemek kıvılcımından yoksun bakıp duruyorsun kımıldamadan III. bu bir kar tanesidir elini uzat bileğine mühürler vuracak saat kar? Durmuş IV. aç piyanonun kapağını içindeki beyaz köpeği çıkar koştukça genişlesin bembeyaz koca bir kemik olsun yeryüzü V. bir deri bir kemik olsun incecik elensin kar eldivenleri elsiz tanıştığına memnun VI. görmezden gelemezsin bin şekilde gelir önüne orkestralar …
I. köklerini derine salmadın Mara uçup gidecek gibi yaşadın dağlarda denizin yamacında büyüdün mavi bir gölgeyi göğsünde büyüterek bu çatlak onarılmaz reçine sür sızısını alsın asırlarca ölmez denizi seyrederek büyüyenler çağırdın ağaçları gür sesinle düğününe kimse gelmedi saldın şahinleri omzundan pençelerinde buzdan heykeller mağaralardan taştı gölgen bu dünyanın çalgısı değilsin hangi meleğin elinden düştün yere dizlerinde gül rüzgar çiçek tozları taşırken göklere uğultuyla sen sadrındaki eşiği geçen bülbüllerden haber ver dört telini ateşe veren firarda göğüs kafesine ağır bulutlar çökerdi …
ben bu şehri tekmelenen bir konserve kutusuna benzetiyorum benzeme yönünden kaçırdığım bakışlarımla benzetiyorum ne konservesi olduğunu ayakkabımın ucundaki kırmızılığın ele verdiği ben bu şehri ben bu trenleri sürünen yılanlara benzetmiyorum hayır trenleri yılanlara benzetme modası geçti ayakları yerden kesilerek geçti yanımdan çok oluyor çok oluyor unuttum tıkırtılarını topuklarının ben bu trenleri ben bu uçakları kuşlara benzetenlere hayret ederim hayret ettiğim kadar kuşlara yemezler önlerine attığım yemi bulutlar penceremde pırr diye uçamazlar bak bu da var bu da var son çağrı …
1. Yazılarınızda en dikkat çeken şeylerden biri, unutulan küçük detaylardan, alışkanlıkla sıradanlaşmış şeylerden hareketle üzerinde düşünülmeye değer yeni ve özgün anlamlar üretiyor olmanız. Bu noktada klişe bir cevap vermeyeceğinizi bilerek şöyle klişe bir soru sorsam: Sizce edebiyat nedir, ne yapar ve nasıl inşa edilir? Edebiyat zombi olarak hayat sürmekten bizi kurtaran bir dirilticidir. Bir dil, düşünce ve hayal dirilticisi. Alışkanlık hastalığının yok ettiği duyularını insana iade eden bir kahraman. Çağın süper kahramanları gibi sahte değildir. Görsel ve işitsel efektlere ihtiyacı …
A.Ali Ural, ilk deneme kitabını 1999’da çıkarmıştı. Şimdilik son deneme kitabını ise 2019’da neşretti. Yirmi senede on iki deneme kitabı… Bu yazıda, A. Ali Ural’ın denemelerini okurken tuttuğum notları sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Deneme türünün ne olduğu, nerede durduğu konusunda bir muğlaklık söz konusu. Bunun sebebi, elbette türün kendi karakterinden kaynaklanıyor. Aslında belli bir “karakteristik”le tanımlamakta zorlanmamızdan kaynaklanıyor. Öyküyü en genel bağlamında bile olsa “anlatmak” fiiliyle tespit ederiz. Mesela deneme için de “açıklamak” tanımı yeterli olur mu? Şiiri “duygu”ya yakın bir …
A.Ali Ural: Yorulmak Sevmenin Başlangıcıdır Bu ay Cahit Zarifoğlu’nun “Sevmek de yorulur” dizesinden yola çıkarak hazırladığımız dosyada şair ve yazar Ali Ural’a “Sevmek de yorulur mu?” diye sorduk. Ali Ural sevmeyi, sevmenin hâllerini, sevmekten hâlsiz düşmüşleri ve sevginin modern ve kadim olanla ilişkisini Cins’e anlattı. “Sevmek de yorulur” diyor Cahit Zarifoğlu. Siz ne dersiniz peki, sizce sevmek yorulur mu ya da sevmek midir yorulan yoksa insan mı? “Haydi sen bütün onlara git benimle / Son sigaramdın / Gidişin antinikotin” mısralarını …
“Kaçılacak bir kitap olmalı yine de. Ruhumuzun ancak ona kaçtığında dinlenebileceği bir kitap. Ondan uzak kaldığımız için anlamadığımız birbirimizi. Seneler geçse de hep yepyeni kalacak bir kitap. Bir melekten işitilen ilk defa. Bir melekle inen yeryüzüne.” Ali Ural Johann Wolfgang Goethe Eckermann’la yaptığı konuşmalarının bir yerinde, doğru dürüst okumayı öğrenmek için seksen yıl harcadığını, yine de kendini bu ülküye tam ulaşmış saymadığını söyler. İlk bakışta oldukça abartılı bir söz gibi görülebilir Goethe’nin söyledikleri. Çünkü insan hayatının tamamını kapsayan bir uğraşın, hakkı verilememiş …
A. Ali Ural’ın son kitabı Ay Tiradı, tek kişilik bir gösteri kadar sarsıyor insanı. Sahnede bir başına olmak, herkesin dahil olduğu bir oyundan daha yorucudur. Bu yüzdendir kişinin zorlanması. Bütün gözler üstündeyken ne kadar korkusuz olunabilir. Halbuki yanında başkaları varken oyunu kurallarına göre oynamak daha kolaydır. Her şeyden uzakta olduğumuz bir yeri düşünelim; karanlığın en koyu olduğu noktada, neyle aydınlanır insan? Ay ışığı imdada yetişir. Belki de sinema perdesine yansıyan şekillerle projektör üstlenir bu görevi. Sahnede kimler yoktur ki; Bazen …
Kaptanın elinde eskilerin masallarıyla çizilmiş haritası, demir alıyoruz paslandığımız limandan. Rotamızı bilmiyoruz, kaptan da söylemiyor. Bir noktaya ulaşmaktan çok yolculuktur gayemiz, limana varıp varamayacağımız Hakk’ın takdiri… “Selameti kıyıda değil, ufukta arayan” denizcileriz biz; kaybolmaktan geçtik, bulunmaktan korkuyoruz. Ali Ural, 10. deneme kitabı “Bisiklet Dersleri” ile modern dünyada kıyısını kaybetmiş insanı, duyarsızlığından vazgeçmeye, hislerini ve aklını temizleyerek yeniden etrafına bakmaya ve biraz daha tefekkür etmeye davet ediyor. “Her ne varsa âlemde canımızı yakan duyarsızlığın ateşlediği bir fitil göreceksin ucunda, dikkat et” …
Mara bir çello Stradivarius tarafından yapılmış üç yüz yıllık bir müzik aleti, dünyadaki bütün çellistlerin hayalini kurduğu bir çalgı. Gerçek şiir nadir rastlanılan bir şey Mara da öyle, iki istisna güzelliğin birlikteliğinden ortaya harika bir sanat eseri çıkmış. Ali Ural’ın Mara şiiri bir dönüşümün, mükemmelliğe ulaşmanın ve bu uğurda çekilen sancıların şiiri. İnsan-ı kamil olmanın bir çello ile anlatılışı. Bu kavrama yabancı olanların düşünüp hissedecekleri de az değil ama şiir en güzel karşılığını insan-ı kamille buluyor. Bir sanat eseri, en …
A. Ali Ural’ın yeni kitabı Bisiklet Dersleri (Şule, 2017) yazarın belli başlı denemecilik özelliklerini bünyesinde barındırıyor. Ural, denemelerinde ilginç olaylara, haberlere, edebiyat, sanat, kültür tarihinden bilinen kişilerin/olayların bilinmeyen yönlerine değinmeyi çok seviyor. Görünende görünmeyeni bulmayı hedefliyor. Bize aradığımızı vermeden önce bekletiyor, merak ettiriyor, bizi bir finale hazırlıyor. Düşünceye, hikmete, mesaja bir olaydan, bir örnekten, bir metafordan ulaşmayı, bu sayede okuru merak ettirmeyi amaçlıyor. Mesajını bu merakı giderme vakti geldiğinde veriyor. Zaman zaman bir öykünün malzemesi olacak kadar derinlikli ve tüyler ürpertici olayların, çok …
1- Köksüz edebiyat olmaz. Makyaj Yapan Ölüler’i “Ağaçlarıma yani anne ve babama” diye ithaf etmiş bir şair olarak A. Ali Ural, nasıl bir gölgelikte büyümüştür? Ağaçların gölgesi olduğu gibi kitapların da gölgesi olur. Ben babamın kitaplarının gölgesinde büyüdüm. Yazın serin, kışın sıcaktı. Elinde renk renk ispirtolu kalem, biliyorum benim için çizerdi satırların altlarını. Bıraktığı yerden aldığımda kitapları elime, baba gözü değmiş satırlarla yüzleşirdim. Bazı satırların yanına koyduğu soru işaretleri hâlâ cevabını bekliyor. Kuşlar içsin diye üzeri açık bırakılan su kapları …
KELİMELER DE EKMEK GİBİ RIZIKTIR Ali Ural’ın kitaplarında neden biyografisi yok? Genç okurlarımıza sizi nasıl tanıtacağız? Bir kitapla okuru arasındaki en büyük engel kitabın başındaki yazar biyografisi ve ön sözlerdir. Bırakalım okur aracısız karşılaşsın eserle. Bu büyük karşılaşma ancak berrak zihinlerle büyük bir karşılaşma olur. Misafirliğe gittiği eve davetsiz bir arkadaşını götürmeye benzer, okurun ön yargılarıyla bir kitaba adım atması. Okurlarınız beni önce kitaplarımla tanısınlar. Sonra kim bu adam, diye merak ederlerse illaki bir yerlerden öğrenebilirler özgeçmişimi. Çocukluğunuzdan beri şiirle …
Yeni şiir kitabınız Mara ve Öteki Şiirler hayırlı olsun. Bu dördüncü şiir kitabınız. Deneme, öykü türlerinde de eserleriniz var ancak bir söyleşinizde “Ben şiir atından hiç inmedim” demiştiniz. Şiir, yazar için çatıdır diyebilir miyiz? Meselenin doruğu şiirle mi görülür? Şiir, yazar için çatıdan çok temel olsa gerek. Temelin altta olması dorukta oluşuna gölge düşürmüyor. Tuğba ağacının kökleri gökyüzünde değil mi! Şiirle görmek, parmak uçlarıyla görmek gibi bir şey. Görmek yerine sezmek kelimesini tercih edebiliriz bu yüzden. Sezen ve sezdiren bir …
Ali Hocam, edebiyat havasını soluyan, solumaya çalışan birçok kişi sizi şiirlerinizden ziyade “Posta Kutusundaki Mızıka” isimli eserinizle tanıyor. Bu kitabın böylesine geniş bir kitle tarafından okunmasını nasıl karşılıyorsunuz? Posta Kutusundaki Mızıka bir kapı oldu kimi okurlar için; bir karşılama kapısı. Fakat tanışmakla yetinmedi, bu tanışıklığı diğer kitaplarıma taşıyarak edebi bir dostluğa talip oldu okur. Her yazarın okurlarına merhaba dediği, ilk cümlelerini mırıldandığı böyle kitapları vardır. Ne Reşat Nuri, Çalıkuşu’ndan ibarettir ne Kafka, Dönüşüm’den. Hermann Hesse’nin Bozkırkurdu romanı sağlığındayken okuruyla pek …
YAZMAK BİR ÖTE DÜNYADIR YAZARLAR İÇİN – A. ALİ URAL Klasik bir soruyla başlıyoruz. Yazmaya nasıl başladınız? Ne zamandan beri yazıyorsunuz? On yaşında şiir yazarak adım attım kelimelerin dünyasına. O günden beri bu büyülü âlemin bir parçası olmaya çalışıyorum. Yazmak bir öte dünyadır yazarlar için. Sık sık iltica ederler o gizemli beldeye ve geri dönerler tekrar. Bu dünyalarını öte dünyalarına, öte dünyalarını bu dünyalarına taşırlar. Bütün yaptıkları yolculuklarında gördüklerini okurlarıyla paylaşmaktan ibarettir. Bir kitabı oluşturma süreci nasıl olur? Evet, bir …
A.ALİ URAL: YÜRÜDÜĞÜNÜZ İPİN ALTINDA GERİLMİŞ BİR AĞ YOK Marcel Proust Kayıp Zamanın İzinde’yi ısırdığı madlen kurabiyenin damakta bıraktığı tatla yazar, yani çocukluğuna yolculuk ederek. Sizi çocukluğunuza götüren renkler, kokular, tatlar, nesneler… neler? Ve o zamana dair unutamadığınız şeyler? Baharda otların arasında kendiliğinden biten iddiasız sarı çiçekler vardır. Ankara’da dört beş yaşlarındayken evimizin önündeki arsada görmüştüm. Benim için çiçek onlardı. Kısa sapları vardı bu minik çiçeklerin. Kokmazlardı. Fakat ben onları koklamaktan vazgeçmez, minik demetler yapıp anneme getirirdim. Bir de üflendiğinde …
Mehtap Altan: Garip… Çok garip bir durum yaşıyorum şu an. İlk defa bir söyleşinin ilk sorusu kendini naza çekiyor! Ama bir şekilde başlamak lâzım biliyorum. Her şeyin bir naz makamı vardır deyip okur gibi yapmayıp gerçekten okuyanlar için A. Ali Ural neden bir mimar, doktor, arkeolog, aşçı olmadı da edebiyatçı oldu desek? A. Ali Ural: Mimar olmadığımı kim söylemiş! Sözün de ağırlığını taşıyan, boşluklarını paylaştıran, aydınlığını gözeten ögeleri vardır. Pencere Sen Aç Beni adlı şiirimde geçen bazı kelimelere bakın: “Asma …
Şair-Yazar A. Ali Ural’ın son eseri “Peygamber’in Aynaları” okurlarına kavuştu. Bu titiz çalışma bizlere otuz üç sahabe Efendimiz’i hissettirmeyi amaçlamış. Bu yolda da Ural hem şairliğinden hem de ilmi birikiminden istifade etmiş.Kitabın şu ana dek siyer anlatımlarında pek de önemsenmeyen kimi hususları ihtiva ettiğine dikkat çekmek isterim. Ne yazık ki siyer anlatımlarında ya “Hava durumu”nu sunar bir tarzda didaktik bir dil tercih edilmiş yahut anlatılanlar insani olandan uzaklaştırılarak, abartıyla, kişilerin şarj değil de deşarjolmasını sağlamak üzere kaleme alınmıştır. Bu iki …
Münacatın kıyısında soyunup naatla yıkanmış bir şiirin kaçacak yeri yoktur. Ağır tohumlarını saçmaktan başka da şairin. İlk cemre beyaz kâğıda düştü bir kez; yolu yok, mancınık yükünü göğüsleyecek ilk mısra. Cam kırıklarıyla dolu bir bahçe, bir kurumuş dal, delilik ekini kök salmış nar şairin bağrında biten isyanı körükledikçe mukavemet düşer, yedi yılın acısı bir bir sökülmeye başlar dilden. Ural Gizli Buzlanma’da dili gerçekliğe bir başkaldırı mesabesinde örüyor. Elbette başkaldırı burada bir redif ayarında başlayıp bitmemiştir. Şiirinin damarlarında nefes alıp veren, …
Cevher Kitabı elime aldığımda ne yazacağımı tam olarak kestiremiyordum. Bir şeyi doğru formda değerlendirme gerekliliğini, sadece Gizli Buzlanma için değil, bütün kitaplar için duyuyordum. Bu yüzden belli başlı işleme usüllerini görmezden gelmem gerekiyordu. Çünkü modern insanın ruhu ve bu ruhun çıkardığı eser, gelenekçi tekniklerle çözülemez. Ama şunu da belirtmek gerekiyor, eser dedimse modern ruhların eserleri dedimse bunu, elektro stüdyolarından çıkan şarkılara benzetenlerin değil, tanrısal olan sanata ulaştırma çabası içinde olan mesut insanların eseleri için dedim. Gizli Buzlanma, A. Ali Ural’ın …
Sözün hakkını nasıl teslim etmeli? Şairin, kendine bir silah gibi doğrultarak sorması gereken ilk sorudur bu. Söylerken emin, söyledikten sonra sözüne kulak verenlerden mesûl olacağını bilmelidir. Ne tez davranmalı diline şair, ne de ıskalamalı söz söylenecek ânı. Ruhumuz daralmışken A. Ali Ural yine koşuverdi imdadımıza. Nefese nefese değil, başı dik ve emin. Kuduz Aşısı’ndan sonra yedi yıldır süren suskunluğunu ne çok vakti var suyun küçük adımlarla yürüyor köprüye diyerek bozuyor şair. Gizli Buzlanma sözün hakkını asıl sahibine teslim ederek, “Münâcatın …
Okumak ile yazmayı bütünleştiren nokta sizce nedir? Günümüzde birçok yazar varken hala okuyan sayımızın az olması ironik değil mi sizce de? Okumakla yazmak birbirinden ayrı değil ki bütünleştirici bir noktaya ihtiyacı olsun. Ayrıca okur sayısının çoğalması için yazar sayısının çoğalması gerekmiyor. Okumayışın nedeni, yeterli sayıda yazar olmayışı falan değil, sığ yaşamak. Kaliteli yazar bulunabiliyor ama kaliteli okur bulmak zor son dönemlerde. Sizce bunun sebebi okurun kitaplara ulaşmakta güçlük çekmesi mi yoksa çok fazla kitap çıktığı için seçememesi mi? Bir kütüphane …
Şiir, deneme, öykü, portre, inceleme gibi edebiyatın birçok türünde eserler veriyorsunuz. Bütün bu türlerde yazarken kaleminizin zindeliğini nasıl sağlıyorsunuz? Farklı türlerde yazmanın kolaylıkları ve zorluklarını merak ediyorum. Demircinin demirle kuyumcunun altınla kurduğu ünsiyetten sonra başlar yolculuğu. Yeter ki boyun eğsin ele cevher. Sözü örse yatırabilirse şair ne yollar aşırtır ona. Kelimeyi şekil almaya razı etmek elbette kolay değil. Cevher ne denli zengin olursa olsun eritici bir sıcağa ihtiyaç var. Yüksek hararet olmadan yüksek edebiyat olmaz. Nasıl yaşadığınızla nasıl yazdığınız arasında …
Yedi yıllık bir aradan sonra üçüncü şiir kitabınız “Gizli Buzlanma”yı yayınladınız. Çok bekleyip az söylemenizi, şairin “çok” ve “hız”dan kaçarak evrimini doğal akışı içerisinde tamamlama arzusuna bağlayabilir miyiz? Her şairin kendine özgü bir taşıma süresi var şiirini dünyaya getirmeden önce. Tanpınar’ın ilk şiir kitabı altmış yaşındayken, Yahya Kemal’in şiir kitapları ise ölümünden sonra yayınlandı. Yahya Kemal için şiir aranması ömür boyu sürecek “Nadir” bir şeyken, Tanpınar, “Bir şiir gerçekten şiir mi?” sorusuyla “tekâmül zincirinde yeni bir halka” olup olmadığını sorguluyordu …
“Ateşle buzun aynı tetiği çektiğini bilirsin.” Sezginin üçüncü adımı atıldı, şair iş başında. Yıllar geçiyor ancak gözü üstünde dünyanın. İlk adımda Körün Parmak Uçları’yla (1998) körelmiş gözlerin yerine sinir uçları körelmeden, hislerini kaybetmeden duyularla bakabilmeyi işaret etti şair. Ancak aradan geçen sekiz yılda tehlike, şekil değiştirmişti. Sorun sadece körelme, hissedememe değildi. Zaman değişiyor her şey “hızla” etkileniyordu. Daha küçük dünyalara, daha küçük evlere, daha küçük hayatlara sığmaya çalışıyordu insan. Sorunları da şekil değiştirmişti elbette. Artık bireyin algılamasından çok, tehlikenin şekil …
A. Ali Ural’ı tanıyalım. Nerelisiniz? Aileniz? İlk gençlik çağlarınızda nasıl bir ruh iklimini teneffüs ediyordunuz? Samsun Ladik’te doğdum. Babam Rizeli, annem Afyon Bolvadinlidir. Babaannem Erzincanlı, anne tarafından büyük dedem (Aşık Zülâli) Kars Posofludur. Ankara’da büyüdüm. İstanbul’da yaşıyorum. İlk gençlik çağlarım Ankara’da gençti. İçe dönük bir gençtim. İçe dönük olmak beraberinde kendi içinde derinleşmeyi getiriyor. Kitap okunan bir evde yaşıyordum. Babam, annem, ablam, kardeşlerim herkesin elinde bir kitap vardı. Babaannem ilkokul öğretmenliği yapmış “Osmanlı Kadını” tabir edilen bir hanımefendiydi. Edebiyata onun …
Geleneğin bilgisi, kaynağımız olan felsefi tasavvur, özel olarak şiir edebiyatımızın geleneği modernizmin limitlerine ulaştığımız şu dönemde sizin için nasıl bir hareket noktası oluyor? İnsanın sahip olduğu değerler arasında biri vardır ki kendisi de çoğu zaman farkında değildir bu mülkünün: Dünyayı ve hayatı tazeleyecek kudretli bir bakış. Yunus’un ifadesiyle “Her dem yeni doğmak”tır bu. Yeryüzünde ve gökyüzünde olan biteni yeniden yorumlayacak bir güce malik olduğunu fark etmektir heyecanla. Ancak buradaki “yeni”yi “modern” olarak düşünmek bize yanlış kapılar açar. Zira Batı düşüncesinin …
Edebiyat için “Anlamaktan yahut anlaşılmaktan ziyade, anlamaya çalışmaktır.” “Edebiyat, bir yalandan ibarettir; hangi yazar daha kaliteli yalan söylüyorsa onu okuruz.” gibi tanımlar yapılıyor. Sizce edebiyat nedir, hayatın neresindedir? “Edebiyat hayatın neresindedir?”sorusu bana Aşık Dertli’yi hatırlattı. Dertli’ ye saz çalmak şeytan işidir, demişler de “İçinde mi, dışında mı burgusunun başında mı, göğsünün nakışında mı? Şeytan bunun neresinde?” diye cevap vermiş. Edebiyat hayatın bir parçası değil, bizatihi kendisidir. Belki de bir tereddüttür hayatın karşısında duyulan. Bir duraksamadır, hızla akıp geçeni fark etmek …
Şule Yayınları ne zaman kuruldu, yola çıkış hikâyesi nedir? Şule yayınları 1990 yılında kuruldu ancak mazisi daha eskiye dayanıyor. Babam Kemal Ural Bey, 1961 yılında “Şule” isimli bir düşünce dergisi çıkarmış ancak şartlar derginin uzun ömürlü olmasına izin vermemiş. Bu yüzden çocukluğumda babamın yarım kalmış idealini gerçekleştirme arzusu duydum, o arzuyla büyüdüm. Hayalim, bir yayınevi kurup, adını Şule koymaktı. Kader, üniversite eğitimim sonrası bana bütün kapıları kapatıp yayıncılık kapısını açtı, bir yayınevinde editör olarak çalışmaya başladım. 3 yıl sürdü bu …
Fener Bekçisinin Rüyaları; modernizmin insanı yalıtan, sığlaştıran, tek tipe dönüştüren, yalnızlaştıran yapısına saldırı niteliğinde ilki çerçeve olmak üzere otuz öyküden oluşur. Bizi “farkına varmaya” çağıran bu öykülerin temasını oluşturan asıl unsur, modern yaşamın ruhumuzda açtığı gediklerdir. Modern zihniyetin teknolojik gelişim adına görünenin ardındaki derin manayı silmesine başkaldıran yazar, “rüya” metaforu ekseninde bilinçaltına ittiğimiz değerlere dönüş çağrısında bulunur. Bu çağrısını okuyucuya yol göstererek değil, okuyucusunu yol arkadaşlığına davet ederek yapar. Öykülerinin ücra köşelerine sindirdiği bu dönüş çağrılarını şu şekilde sınıflandırmaz mümkün: …
“Sekiz yaşımda yazdığım ilk şiirimle kırk sekiz yaşımda yayınladığım ikinci şiir kitabım arasında garip bir imge ortaklığı var. Çocuk Ali Ural’ın yazdığı ilk şiirin adı “Aşı”, bir ömür sonra yayınladığı ikinci şiir kitabının adı ise “Kuduz Aşısı”, ne tuhaf! Çiçek aşısıyla, kuduz aşısı arasında geçen bir şiir serüvenim var.”diyorsunuz bir röportajınızda. Şiir serüveninizi bize kısaca anlatır mısınız? Çocukluğumdan beri bir film seyreder gibi izliyorum dünyayı. Beş yaşındayım, Ankara’da bir bodrum katı dairesinde oturuyoruz. Yağmur yağdığında damlaların yere çarptığında baloncuklar yaptığını …
Bazı yazar ve şairlere sorulan “Niçin yazarsınız?” sorusuna verdikleri cevap: “Varoluşlarını meşrulaştırmak” olmuştur. Ali Ural niçin yazar diye sorsak ne cevap verirsiniz? Yazmak bir sonuçtur. Yaşanan hayata ve ruhta olup bitenlere kayıtsız kalamayışın bir sonucu. Basınç olmadan toprağın altındaki su yeryüzüne çıkmaz. Bu basıncı oluşturacak olan şey de hayatın kendisidir. Yazar algı donanımı hassaslaşmış bir insandır. Dolayısıyla evrende var olan her şey onun alıcıları tarafından emilir. Fakat pasif bir makine değildir insan. Sadece emmekle yetinmez, an gelir coşkuyla tepki verir …
Öncelikle kitabınız hayırlı olsun. Diğer kitaplarınızda olduğu gibi yine ilginç bir ad vermişsiniz kitabınıza: “Fener Bekçisinin Rüyaları” Kim bu fener bekçisi? Bir şeyler için uykularından vazgeçmeyi göze alabilen herkes. Sahip olmadığı gemilere yol göstermeyi angarya kabul etmeyen herkes. Başkalarının özgürlüğü için hapsedilmeyi kabul eden herkes. Fakat fener bekçisinin rüyalarından söz ettiğinize göre bekçi uykularından vazgeçememiş? Hayatın kendisi bir düşten başka bir şey değil. Fener bekçisi yalpalayan rüyalara kıvılcımlar düşürebilmek için çırpınıyor. Bu hikayeleri birer kıvılcım olarak düşünebilir miyiz? Düşler hem …
Edebiyat, yalnız insanların işi mi? Edebiyat yalnızlığın çocuğudur. Bu edebiyatçının Fildişi Kulesi’ne çekilip insanlarla görüşmemesi, onlarla beraber olmaması anlamına gelmez. Anton Çehov ve Sait Faik gibi pek çok yazar kahvede, çarşıda, pazarda insanlarla hemhal olmuştur. Fakat bu, onların yalnız kalmadığını göstermez. Yalnızlığı olmayanın yazacak bir şeyi yoktur. İnsan yalnız kalabiliyor mu? İnsanlık yalnız kalmayı başaramadığı için bu kadar çok hata yapıyor. Birazcık yalnız kalabilseydi aynaya bakma fırsatı yakalayacaktı. Aynaya bakma fırsatı bulamıyor. Çünkü kendiyle baş başa kalamıyor. Kendiyle baş başa …
On bir yıl aradan sonra ikinci öykü kitabınızı yayınladınız? İkinci kitap için neden on bir yıl beklediniz? Bir sanat eserinin düşünme ve zihinde taşınma süresi sanıldığından uzundur. Bir çocuğun kaç ayda dünyaya geleceği neredeyse günü gününe belliyken bir edebiyat yapıtının ne kadar zamanda dünyaya geleceği, hatta dünyaya gelip gelemeyeceği bir sır olarak kalır. Sanat yapıtları için değişken bir taşıma süresinden söz edebiliriz. Bir senede yazıldığı söylenen bir kitap bir senede mi oluşmuştur? Ömer Seyfettin, “Günlerce, aylarca, senelerce evvel yazacağınız şeyi …
Her hayvandan çifter çifter bindirilmişti Tufan Gemisi’ne. Bir çift sülün, bir çift sincap, bir çift kurt, bir çift tilki, bir çift at, bir çift arı, bir çift çekirge, bir çift timsah, bir çift penguen, bir çift leylek… Herkes, her milletten canlılar bindirilmişti Gemi’ye. Bir balıkları binmemişti Gemi’ye denizlerin. Oysa bir müddet sonra Cudi Dağı’nda karaya oturacak Gemi’nin yüzdüğü denizlerde, akın akın milyonlarca özgür balık yaşamaktaydı. Balıklara değmemişti Nuh’un Tufanı’nın selleri. “Balığa tufan yok, şikâyet etmedi çünkü.” diye yazmış şair Ali …
Dil, kültür ve medeniyet havzasında insanlığın söz dizimine ev sahipliği yapan bir aynadır. Sözcükleri toplumsal göstergeler olarak ifade edersek, düşünceyi ifade eden hammaddenin dil olduğunu söyleyebiliriz. Düşünceyi ifade eden dil, aynı zamanda insanın düşünebilmesine zemin hazırlayan, düşünsel eylemin sonucunda edinilen tecrübeye biçim veren, bir süre sonra da insanın yargı ve hüküm sahibi olmasını sağlayan anlam düzeneğinin uzlaşımsal sembolleridir. Dili özgünleştirerek kendi üslubunu bulabilen yazar, okurun iç dünyasında yapacağı gezintide lokomotiflik görevinde bulunabildiği gibi, okurun ruhunu da dinlendirerek ilahi güzellikle birleşmesine …
İsminiz, A.Ali Ural diye yazılıyor, Ali Ural diye okunuyor. Başlangıçta ‘huruf-u mukatta’ misali duran A.’nın hikâyesi nedir? Yalnız yazarların değil kahramanlarının isimlerinde de bulunuyor böylesi harfler. Ben mesela ne Tarık Dursun K.’nın “K”sını merak ettim, ne Kafka’nın Joseph K.’sındaki “K”yı. Bu yüzden meraklıları aydınlatmak yerine, merakın kıvılcımlarıyla neşelendirmeyi tercih ediyorum cevaplarımı. Fakat siz “A’nın hikayesi nedir?” diye sorunca, anladım ki ortada bir hikaye var. Hikayenin olduğu yerde kurgudan kaçmak ne mümkün. Bu soruya şimdiye kadar birbirinden farklı cevaplar verdim. Şimdi …
Türk edebiyatında kalıcı eserlere imza atmış olan şair Ali Ural’ın Tek Kelimelik Sözlük adlı deneme kitabı Şûle yayınlarından çıktı. İlk kitabı Körün Parmak Uçları ‘nı 1998’de yayınlayan ve böylece şiirle edebiyata adım atan Ali Ural geçen yıllar içinde Yangın Merdiveni (2000) gibi önemli bir hikâye kitabına da imza attı. Şiir ve hikâye türünde verdiği eserlerini deneme türüyle zenginleştiren Ural’ın Posta Kutusundaki Mızıka (1999), Makyaj Yapan Ölüler (2004), Resimde Görünmeyen (2006), Güneşimin Önünden Çekil (2007) ve Satranç Oynayan Derviş (2008) gibi …
Türlerin iç içe girdiği bir dünyada yaşıyoruz artık. Hikâyeden denemeye, denemden hikâyeye hatta şiire geçmek an meselesi. An mesesi dedim; çünkü zamanın tutanaklarına geçen her şey bu an içerisinde cereyan ediyor. Anı dediğimiz şey de bu birikmiş anların bir toplamı değil midir zaten. Her şey bir an içerisinde olup bitiyor. Bütün mesele o anı doğru yerinden kavrayabilmekte. Yıllar önce Ali Ural’ın “Körün Parmak Uçları” isimli şiir kitabına dair yazarken de bahsetmiştim. Gözüyle görme yetisini yitiren kişi bütün bedeniyle görmeye başlar …
Yazar ve şair Ali Ural, “Bir kelime olmasaydı, hiçbir kelime olmayacaktı. Bir kelimeyi anlayabilsek, bütün kelimeleri anlayabilecektik.” diyerek çıktığı yolda insanlığın ihtiyacı olan “Tek Kelimelik Sözlük”ü yazdı. Denemesine, “Her şey vardı, hiçbir şeyin adı yoktu. Kelimelerini arıyordu kâinat, sesini.” cümlesiyle başlayan Yazar Ural, bizi insanlık tarihinin başlangıcına götürerek Allah (c.c.)’nün ilk insan ve peygamberimiz olan Hz. Âdem’e kelimeleri nasıl öğrettiğini hatırlatıyor: “Kaplasın melekler semayı, beşeri emsin toprak, Âdem’den başka insan kalmasın. Ve isimleri öğretsin Allah ona: Hava, su, ateş, toprak …
“Yorumlama ufukların kesişmesidir, geçmişle bu¬günün, yazarla okurun ufuklarının kesişmesi…” Gadamer Toplum, köprülere ihtiyaç duyar. Gerçekliğini muhafaza etmesi, “büyük meşrulaştırma anlatıları”nın fasit bir daireye dönüşmemesi için bağlantılara gereksinimi vardır. Çünkü gerçek işlemselleşmiştir ve değişkenlere bağlıdır artık. Bu simülatif süreçte, sanatsal birikim sahnenin hangi tarafında yer alacak? Oyuncu mu, suflör mü yoksa seyirci mi? Bu sorunun cevabı toplumların geleceği ile doğrudan alakalıdır. Bu noktada, bu çatallaşan yol ayrımında durup “hakikati bulmak” ile “hakikati üretmek” arasında bir tercih yapmak, yalnızca kişisel bir tercihtir, …
“fark edilen bir böcek nasıl durur duvarda” (“Keskin Nişancı” 18) Şiirin kapalılığı/anlaşılmazlığı ve dolayısıyla halktan koptuğu tartışması yeni değil. Ancak hâlâ şiirin söz konusu edildiği hemen her yerde karşımıza çıkıyor bu mesele. Şiirin açık ve anlaşılır olmak gibi bir yükümlülüğü olmadığını, belli bir okuyucu kitlesini tatmin etmek üzere yazılmadığını çeşitli dönem ve ülkelerde sayısız şair dile getirdi, bizimki sadece bir tekrar. “Günümüzde yazılan şiirlerden hiçbir şey anlamıyorum”, “Bu şiirler çok kapalı ve zor” gibi cümleleri kuranların şiire emek verip vermediğini, …
“Farkındalık”, tarih boyunca hiç olmadığı kadar önem kazandı. Bilhassa da edebiyatta… Niyetim, yazarın/ şairin ne yaptığının farkında olması değil; niyetim, bini geçkin yayınevinin her ay okurla buluşmasını umduğu eserlerin, aslında pek de bir talepte bulunmayan okur tarafından hangi koşullarda ve nasıl fark edildiğine, buradan da o eseri üreten/ basan, dağıtan ve satan açısından ne tür beklentilerin söz konusu olduğuna odaklanması açısından vurgunun, böylesi bir alanda oyalanması… Vaktiyle şuna inanılırdı: İyi eser, eninde sonunda okuruna ulaşır! Bu teselliyle yüreğini ısıtan var …
Ahâli şiirin bedelini ödeyemez. Bu bedeli şiirin sahibine ödetir. Modern zamanın insanı eblehleştiren avutuculuğunda “herkes” tarafından anlaşılmak yerine, herkes olmayan biri tarafından okunmak sanırım daha verimli olur bir şair için. Nasıl ki günümüzde futbol, tüm devletler ve paraya hâkim güçler tarafından avam üzerinde baskın ve yönlendirici bir rol haline dönüştürülmüşse, yani “çok satılıyorsa” onun değerinden çok değersizliğinden bahsetmek gerekir. “1”in değerini yanına eklenen sıfırlar artırır ama sıfırın tek başına hiç bir değeri yoktur. Bir olmadan yani özü oluşturmadan sıfır eklemeye …
Günümüz şiirinde az şiir yayımlamasına rağmen, önemli bir yer edinebilmiş şairlerden biri A. Ali Ural. Şiir söz konusu olduğundaki titizliğiyle ve şiirin kendine has yanlarından taviz vermeyişle bilinen şair, ikinci şiir kitabı Kuduz Aşısı’nı ilk şiir kitabından yaklaşık sekiz yıl sonra yayımladı. Bilindiği gibi şiir geleneğimizde Ahmet Haşim, Asaf Halet Çelebi, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi az şiir yayımlamış ama nicelikteki bu azlıkla ters orantılı bir yer edinmiş başka şairler de var. Bir şairin az ya da çok şiir yazması kuşkusuz …
A. Ali Ural için Şairini görmek ister mi? Nasıl gövdelenmiştir, bilemem! Sözcükler mi, imgeler mi, sesler mi yaratmıştır onu; Şairin ruhu mu üflemiştir bilinmezliklerden? Bir körün parmak uçlarından yükselir gözleri Belki de şiirin hizasından geçmiştir dilsiz bun! Belki de oradadır başka dağ, öteki yüz’de Dizeleriyle açılır bir özge göğün nehirleri Sonsuz su’yun ötesinde Allah’la buluşmuştum! Adı olmayan sokaklar kaybolmuş çocuklar gibidir Bütün annelerin endişeyle yolunu gözledikleri. Kimseler çalamasın diye patikalar’ı ben Sözünü ettiğin tavan’a yazdım şiirimi. Bütün bebekler hâlâ bin …
Dikkat etmek cesaret ister. Züleyha cesurdu, bu yüzden Yusuf’a dikkatle bakabildi. Yusuf’a dikkatle bakabilmek cesaret ister. Yeryüzünde Yusuf’a dikkatle bakmayan bir kalabalıkla yaşamak zorunda olduğunu bilmek cesaret ister. “Hey!: Yusuf var…” diyebilmek cesaret ister. “Hey!: Yusuf var…” demek, kudurmuş bir kalabalığa kuduz aşısı yapmaktır. Kuduran kalabalığa duyulabilecek en güzel merhamettir aslında. Merhametten vazgeçmemek cesaret ister. okunaksız ölüler bıraktın sahillerde kargacık burgacık gözler, akbaba tüyleriyle yazılan birazdan güneş kapıma dayanacak seni ihbar etmemem için ayaklarıma değil yüzüme kapan!1 A. Ali Ural’ın …