1) Sizin biyografinizi ve hakkınızda yazılan bazı yazıları okuyunca şairliğinizin çocukluğunuzda itibaren başladığını fark ettim. Sahi çocukla şairlik arasında nasıl bir ilgi var?
Her çocuk şairdir. Dünyayı olduğu gibi değil benzettiği gibi gördüğü için şairdir. Ağaç dalını ata, leğendeki suyu denize çevirmesi şiirdir çocuğun. Her çocuk şairdir. Dünyaya hayretle baktığı için şairdir. Hiçbir şey yoktur ki yeryüzünde çocuklar ona hayretle bakmasın. Boşalmış bir ilaç şişesine kaşıkçı elması gibi bakar çocuk hayretle, tahta üzerine çaktığı eğri büğrü çiviler bir anda futbol takımının oyuncuları olur. Her çocuk şairdir. Yaramazlık yaptığı için şairdir. Yaramazlık, dünyanın tekerine insanın soktuğu ilk çomaktır. Fakat şairi şair olarak bırakmaz dünya. Hayat şairliğinden parçalar koparır yaşadıkça. Ta ki şiirden tamamen arınsın. Herkes gibi görsün dünyayı. Hiçbir şeye hayret etmesin. Düzene ayak uydursun. Şair kalmak mümkün mü peki? Bedelini ödediğiniz zaman neden olmasın! Bedel ödemek de şairliğin bir parçasıdır.
2) Şair, yazar, üniversite hocası ve yayıncısınız. Bu kadar sosyal kimlik yorucu olmuyor mu?
Modern zamanlar tahdit edilmiş kimliklerle tanımak istedi insanı. Hezarfenlik tedavülden kalktı. Herkesin tek alanın küçük bir noktasında bilgi ve meslek sahibi olması yüceltildi. Sosyal kimlikler insanlığımızın önüne geçti ve yapay kastlar oluştu. Temel kimliğimiz insanlık, inanç kimliğimiz Müslümanlıktır. Bizi yoracak olan farklı alanlarda çalışmamız değil sosyal kimliklerimizi zırh haline getirip o ağırlıkla yaşamamızdır. Sıfatlarımızla değil imanımız ve yararlı işlerimizle değer kazanacağız her iki dünyada. Orkestra şefine onlarca enstrümanı bir ahenk içerisinde yönetmek zor gelmez. Yeter ki hakim olsun müziğe ve müzisyenlere.
3) Ali Ural’ın sıradan bir günü nasıl geçer?
Öncelikle hiçbir günü sıradan olarak tanımlamak istemem. Her gün olağanüstüdür. Eski Tercüman Gazetesi’nin sevdiğim bir şiarı vardı: “Her sabah dünya yeniden kurulur, her sabah taze bir başlangıçtır.” Her sabah dünyanın yeniden kuruluyor olmasının gençlik yıllarımda büyülü çağrışımları vardı. Yaşama sevinci ve umut demekti her sabah taze bir başlangıç yapma imkânının oluşu. Durum böyleyken size günümün nasıl geçtiğini anlatmam zorlaşıyor. Herkesin hayatı gibidir benim de hayatım. O hayatı karşılama biçimimizle ayrılırız birbirimizden. Anlatmanın zor oluşu standart bir karşılama biçimimizin olmayışıdır hayatı. “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır,” madem her günümüz “kazanç” ya da “ziyan” kelimesiyle tartılabilir.
4) 5 şiir, 2 öykü, 12 deneme, 1 çeviri olmak üzere toplamda 20 kitap yayınladınız. Ayrıca Bir yayınevinin genel yayın yönetmenisiniz. Bu üretkenliğinizi neye borçlusunuz?
Rahmetli babamdan dinlediğim bir mesel var. Adam çocuğuna düşmanından kaçan bir kaplumbağanın hikâyesini anlatıyormuş: “Tam yakalanıyormuş ki o sırada karşısına çıkan ağaca tırmanıp kurtulmuş.” Çocuk hikâyenin burasında şaşkınlıkla “Baba kaplumbağa ağaca çıkabilir mi?” diye sormuş. Adam hiç tereddüt etmeden, “Çıkması lazım çocuğum, çıkması lazım!” demiş. Arkamızdan ecelimiz koşarken önümüze çıkan sarp yokuşları aşmak bir erdem olmanın ötesinde mecburiyettir. Exupery, “Küçük Prens”te rakamları önemseyen büyükleri ironik bir dille eleştiriyor. Muhteva bunun için önemli. Bütün güzellikler Rabbimizdendir. “Haza min Fadli Rabbi!” deyip yolumuza devam etmeliyiz arkamıza bakmadan.
5) İmge ve metaforlara yaslanan, çağrışım yönü güçlü ve derinlikli bir şiiriniz var.
– Kana Karışan’daki poetik yazınız dışında- kısa bir değerlendirme yapsanız – neler söylersiniz?
İnsanın kendi şiiri üzerine söz söylemesi kolay olmadığı gibi doğru da sayılmaz. Peki biz şairler neden poetikamızın bilinmesini istiyoruz? Aşçılar bile yemek tariflerini bire bir vermezken şairlerin cömertliğine inanabilir miyiz? Poetika bana göre şairin yazma dikkatlerinin bir araya getirilmesidir. Fakat bu anahtarlarla şairin evine gireceğimizden emin olamayız. Belki de okura ya da araştırmacıya düşen eve girmesi değil evin bahçesinde dolaşmasıdır. Şair, kimsenin şiir evine girmesine izin vermez. Meraklılar tül perdenin arkasından keşiflerini yapabilirler. Keşfettikleri ne kadar şiirde olandır bu da ayrı bir mesele. Şiiri keşfetmeye çalışmak yerine şiirle keşfetmeye çalışmak gerekiyor belki de. O büyülü bir fenerdir, neyin üzerine düşse derununu gösteren. İlla bir şey söylenecekse Ali Ural’ın şiir okurlarına bir tavsiyesi var: Hız yapmayın! Edebiyat hızdan hoşlanmaz.
6) Yakup Kadri’nin Necip Fazıl’a sorduğu soruyu sormak istiyorum size: “Bu –güzel ve etkileyici- dili nereden buldunuz?”
Arıyorum diyelim. Bulmak noktadır. Gelişime engeldir nokta. Her zaman duvara konulacak yeni bir tuğla vardır. Yazının nihayete erişi bir yerde nefeslenme, yorgunluk yüzünden metni sırtımızdan indirme işidir. Birçok yazar o kurtulma arzusuyla eserini tamamlamış, daha iyisini yazabileceğinin bilinciyle havlu atmıştır ringde. Biraz daha sabrı olsa yolu uzatabilir, metnine emek vermeye devam edebilirdi. İsmet Özel, “Bir Yusuf Masalı”nı yayımlamam için bana getirdiğinde “Ali sana müsveddelerimi getirdim,” demiş “Neden böyle söylediniz,” diye sorunca, “Kurtulmak istedim,” cevabını vermişti. Hemingway’in çok sevdiğim bir sözü var: “Bana usta demeyin, hiç kimse bu işin ustası olmamıştır.” Hepimiz yüce Allah’ın kâinat kelimesiyle ifade ettiğimiz görkemli sanatı karşısında ölene kadar çırak olarak kalacağız. Elde ettiğimiz her güzellik o cemalin yansımalarıdır.
7) Sizin şiiriniz çok katmanlı ve farklı okumalara açık bir şiir. Gelenekten, edebi sanatlardan yoğun olarak yararlanıyorsunuz. Metinler arası göndermeler ve telmihler yekûn tutuyor. Özellikle de zıtlıklardan yararlanıyorsunuz. Bütün bunlar şiirinize ne katıyor sizce?
Yerin ve göğün katmanları varsa şiirin de katmanları olacaktır. Yerden göğe haklıdır şairler hazinelerini gizlemede. Toprağı kazan suyu bulsun. Buluta merdiven dayayan suyu bulsun. Farklı okumalarla halden hale girer su, şekilden şekle. Cevher boyunda kolye, kulakta küpe, kolda bilezik, parmakta yüzük olur. Şiir yerinde durmaz, göğünde de. Ele avuca sığmaz, tam yakaladığınızı sandığınız anda kaygan bir balık gibi denize karışır. Kaçan balık büyük olur. Kaçan balık şiirdir herkesin kendine göre büyüttüğü hayal akvaryumunda. Gelenekten yararlanıyorum evet, hangi mirasçı kendine kalan büyük mirası elinin tersiyle itmiş. Anamızın ak sütü gibi helaldir gelenekten şiirimize intikal eden servet. Metinler arası göndermelere gelince şarkıyı koro halinde söyleme arzusu vardır arkasında. Şairler yalnızdır, hiç olmazsa metinleri yalnız kalmasın. Zıtlıklar mı? Onlar şiirin muhtaç olduğu enerjinin kaynağı. Artı ve eksi kutuplar arasında doğuyor gerilim.
8- “Kâğıda Sarılı Rüzgâr” son şiir kitabınız? Burada insanı sarsan ve son derece özgün şiirler görülüyor. Bu kitabınız nasıl doğdu? Yazım sürecinde ne gibi sıkıntılar çektiniz veya güzellikler yaşadınız?
Aynı rüzgârın aşıladığı şiirler bir araya geldi “Kâğıda Sarılı Rüzgâr”da. Şiirin işlevini şaire hatırlatmak için toplandılar iki kapak arasında. Övünme aynası değil, sorumluluk aynası olsun istendi. Şiirin imkanları keşfedilmeye çalışıldı ve görüldü ki Türkçenin çağrışımlı ormanı bütün Türk şairlerine yeter. Kolaycılığa kaçmadığımız takdirde o ormanda bizim de ağaçlarımız dalgalanacaktır. Bütün mesele dudaklarımızdaki mührü söküp atmakta. Şairler susuyorsa kim konuşacak! Kişiye özel bataklıklara dönmemeli şiir. Yükselemiyorsa da yükseklik özlemini kaybetmemeli. Şiirin tarifidir belki de “Kâğıda Sarılı Rüzgâr”. Uçurtma gibi bir şey. Bazen ipi salacaksınız bazen toplayacak. Zorluk burada. İpi bırakmanız gerektiği yerde toplamaya kalkarsanız uçurtmayı yırtarsınız. Güzellikler mi? Rüzgârı yönetebilirseniz güzel bir atınız olur her bentte şaha kalkan.
9) “Kâğıda Sarılı Rüzgâr”da bölüm başlıkları “Sen Şiiri seç” “Sen Kılıcı Seç” ve “ Sen Hilali Seç” isimlerini taşıyor. Okura ne yapması lazım geldiğini emir veya istek kipiyle hatırlatmak bir nevi kolaycılık değil midir okur için?
Okura değil şaire sesleniliyor bölüm başlarında. Okur kulak/kalp misafiridir bu hitabın. Vicdanın talebidir bu. Şiiri, kılıcı ve hilali seçmek her şeyden önce bir vicdan işidir. Okurun işinin kolay olduğunu kim söylemiş! Bu üç tercih yalnız şaire değil şiirleri okuyarak şairleşen okura da ağır sorumluluklar yüklüyor. Şiiri seçmek her babayiğidin kârı değildir. Şair ve okur şiiri seçerek gerçek şiiri aramanın meşakkatini seçmişlerdir. Gerçek şiir tarladan toplanmaz, yerin yedi kat altından çıkarılır, göğün yedi kat üstünden sağılır. Kılıca gelince Şuara suresinde zemmedilen şairlerden olmaktan kurtulmanın parıltısıdır. Mazlumların hakkını savunan şairlerdir ancak kurtuluşa erenler. Hilali seçmişlerdir, hilali gökyüzünde yükseltmeyi. İnanç samimiyetin, samimiyet ise şiirin kaynağıdır.
10) “Kâğıda Sarılı Rüzgâr”da yerli ve milli bir duruşun ve emperyalizme karşı çıkışın fotoğrafı görülüyor arka planda. Ve bu duruş çok önemli ve değerli ancak dünyadaki egemenlik sisteminin değiştirilebilmesi adına yeterli olabilir mi acaba bir şairin duruşu sizce?
Emperyalizmin kuşattığı bir dünyada ancak bir şair, “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!”diyebilir. Cesaret önce söylemektir, eylem arkasından gelir. Zillete boyun eğmemeyi dünya şairlerden öğrendi, öğrenecek. Şairler, milletlerinin onurudur bu yüzden. Eğer bir ülkede şairler kendi milletlerini hor görmeye başlamışsa şiir ülkesinden kovulmayı hak etmişlerdir. Şiir onurdur çünkü, kölelik onursuzluk. Akif’in eli bütün vatanperver şairlerin omuzundadır. O yüzden büyüktür Türk Şiiri. Ne zaman tökezlese kulağına “Korkma!” diyen bir şairi vardır onun. Şairin duruşu insanlığın hâlâ hayatta olduğunu, hâlâ yapılabilecek bir şeyler olduğunu gösterir. Şiiri nahif, kırılgan bir alana hapsetmek şiire yapılabilecek en büyük zulümdür. Şairler kahramanların kahramanlarıdır.
11)Son olarak şunu sorayım: Edebiyat veya şiir, has şiir; tabiattan, hakikatten, kendinden uzaklaşarak tepeden tırnağa dünya bataklığına dalmış sözüm ona kentli ve çağdaş insanın hangi yarasını sağaltacak? Kimin, nasıl, ne şekilde kurtulmasına kapı aralayacak?
Edebiyatın sorumluluğu insanı kurtarmak değil yüzleştirmektir. Tabiattan, hakikatten, kendinden uzak, içini dökemeyecek kadar yalnız, kimseyi görmek istemeyecek kadar yabani insanı kendiyle ve kainatla karşı karşıya getirmektir. Bu büyük buluşma insanın farkında olmadığı ihtiyacıdır. Kör noktasıdır ömür boyu bakışını düşüremediği. Dini en çok günahkârlar hak ettiği gibi edebiyatı en çok dünya bataklığında çırpınanlar hak eder. Yara olacak ki sağalacak. Suç olacak ki ceza arındırıcı bir melek gibi kucaklayacak onu. Edebiyat öyle bir tekne ki denizde yüzdüğü gibi karada ve havada da yüzer. Hiçbir kör nokta bırakmaz ulaşamadığı. Mürettebatını batık teknelerin kazazedelerinden seçmiştir. Hali yaşadığı için halden anlayan kazazedelerden. Onun için ekmek gibi su gibi nimettendir edebiyat. Farz değilse de vaciptir anlayış derinliğine ulaşabilmek için.
Röportaj: Ercan Ata
Birnokta Dergisi sayı 260 Eylül 2023